Ancak, birisi bize bir yemek ısmarlasa teşekkür edip ona minnet duyuyoruz.”Evet bu söz, hakikatli bir söz. Evet, sofralara oturup yiyor ve içiyoruz. Bu nimetler bize nasıl geldi, nerden geldi ve kim getirdi diye etraflıca düşünmüyoruz. Çok yüzeysel düşünüyoruz. Antalya domatesi, Manisa kavunu, Amasya elması, Malatya kayısısı, Kahramanmaraş biberi, Gaziantep lahmacunu, Çorum leblebisi, Remzi Usta'nın kebabı, Hayri Usta'nın çorbası ve benzer sözler söyleyerek, bu nimetleri, ya geldiği yere ya da üretildiği yere ya da ustasına göre basitçe değerlendirip geçip gidiyoruz. Nimetin Asıl Sahibini maalesef çoğu zaman unutuyoruz. Unutmasak bile basitçe ve tefekkür etmeden ve belki de “dil ucuyla” şükrediyoruz. Asıl olan “tefekkür ve şükrün bir arada olmasıdır.” Budur bizi olgunlaştıracak ve kurtaracak olan. Evet, tefekkür olmadan söylenen sözler havada kalır. Tefekküre dayanmayan şükürler alışkanlık eseridir ve değersizdir. Dilin söylediğini akıl ve kâlp de söylemiyorsa, o sözün çok da değeri yoktur. İşte bunun için “tefekkür olmadan şükür olmaz” diyorum. Peki, tefekkür ile şükrü nasıl bir araya getireceğiz? Bunun için ne yapmamız gerekiyor? Bunun için etrafımızda olanları ve kainattaki tüm varlık ve nimetleri “görmek” gerekir. Biz etrafımızda olanlara, kainattaki tüm varlık ve nimetlere bakıyorsak ve görmüyorsak, tefekkür etmemiz mümkün değildir. Bakmak ve görmek ayrı ayrı fiillerdir. Dünyada gözü olan herkes bakar. İnsanlar da bakar, hayvanlar da bakar. Ancak herkes görmez. Baktığı hâlde görmeyenlerin tefekkür ve şükür içinde olmalarını mümkün değildir. İşte bunun için, hayvanlar “tefekkür ve şükür” içinde olamazlar. Bir insan “tefekkür ve şükür” içinde değilse, hayvanla eşittir. Hatta, hayvandan daha aşağıdadır. Çünkü, hayvanlar baktığını görmesi ve tefekkür etmesi için uygun bir yaratılışta değillerdir. Bu açıdan hayvanların sorumluluğu yoktur. Peki, insanlar tefekküre uygun yaratıldığı ve aklı olduğu hâlde neden baktıklarını görmüyor? Neden akletmiyor? İşte kritik ve çok mühim bir soru bu! Allah-û Teala Hazretleri (cc) tüm insanları akletmeye (bakmaya değil görmeye) ve tefekküre çağırıyor. Kuran-ı Kerim'de, yüzlerce kez soruluyor. Kuran-ı Kerim'de yüzlerce kez hatırlatılıyor. Buna rağmen görmeyene, tefekkür etmeyene ve şükretmeyene ne demelidir? Kuran-ı Kerim'de bu durumda olanlar için şu şekilde bir beyan mevcuttur: “(Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık (hakka) dönmezler.” (Bakara Suresi, 18. ayet) Aklını ve fikrini kullanmamak ve şükretmemek insanı inatçılığa ve nankörlüğe götürür. Kur'an-ı Kerimde tefekkürsüzlük, inatçılık, nankörlük ve şükürsüzlük hakkında yüzlerce ayet vardır. Yazının hacmini büyütmemek için hepsini buraya yazamıyoruz. Yalnızca, Furkan Suresi 48, 49 ve 50. ayetleri yazmakla iktifa ediyoruz: “O, rahmetinin önünde rüzgarları müjdeci olarak gönderendir. Ölü toprağı canlandıralım, yarattıklarımızdan bir çok hayvanları ve insanları sulayalım diye gökten tertemiz bir su indirdik. Andolsun, biz bunu insanlar arasında, düşünüp ibret alsınlar diye tekrar tekrar açıkladık. Fakat insanların çoğu nankörlükte direttiler.” Evet, yazımızın başlığında dediğimiz gibi, bir kez daha söylüyoruz. “Tefekkür olmadan şükür olmaz.” Üstad Bediüzzaman bu gerçeğe 1. Söz'de dikkat çekiyor ve gür sesle beyan ediyor ki; “O Mün'im-i Hakiki, bizden o kıymettar ni'metlere, mallara bedel istediği fiat ise; üç şeydir. Biri: Zikir. Biri: Şükür. Biri: Fikir'dir. Başta "Bismillah" zikirdir. Âhirde "Elhamdülillah" şükürdür. Ortada, ''bu kıymettar hârika-yi san'at olan nimetler Ehad-ü Samed'in mu'cize-i kudreti ve Hediye-i rahmeti olduğunu düşünmek ve derk etmek'' fikirdir.” Tefekkürsüzlük ve şükürsüzlük insanın aklını çalıştırmamasından kaynaklanır. Böyle insanlara düşüncesiz ve ahmak deriz. Zaten, Üstad Bediüzzaman da, yukarıdaki cümlenin devamında şöyle beyan ediyor: “Bir pâdişahın kıymettar bir hediyesini sana getiren bir miskin adamın ayağını öpüp, hediye sahibini tanımamak ne derece belâhet ise, öyle de; zâhirî mün'imlere medih ve muhabbet edip, Mün'im-i Hakiki'yi unutmak; ondan bin derece daha belâhettir. Ey nefis! böyle ebleh olmamak istersen; Allah nâmına ver, Allah nâmına al, Allah namına başla, Allah nâmına işle. Vesselâm.”