Tozu dumana katarak geçtiğimiz yolların sakinlerini düşünmeyiz çoğu zaman. “O tozu biz kaldırmıyoruz, tekerlekler kaldırıyor.” şeklinde mazeretimiz hazırdır, kendimizi savunmak için. Biraz da bilinçaltımızda tozu dumana katarak gitmemizin kendimize zararı olmayacağını düşünerek hareket etmek var tabiî ki. Mademki bize zararı olmuyor, bas gaza o zaman. Tozu dumana katarak geçtiğimiz yolların sakinlerine verdiğimiz zararı düşünmediğimiz gibi doğa harikalarını seyretmeye ve doğayla baş başa olmaya da zaman bulamayız deli gibi gaza basmaktan. Önümüze bir engel çıktığında, mola ihtiyacı doğduğunda ya da yolun sonuna geldiğimizde sert bir fren yaparız. O kaldırdığımız toz bulutu bu defa bizim etrafımızı kuşatır. Hele bir de araç durur durmaz araçtan dışarı çıkacak olursak adeta toz banyosu yaparız. Ağzımız, gözümüz, burnumuz, saçımız, elbisemiz kısacası her yanımız toza bulanır. Kendimizin sebep olduğu toz bulutunun meydana getirdiği rahatsızlıkta dahi kendimizi suçlamak yerine oflayarak havada uçuşan tozlara söyleniriz. Tozlu yollardan asfalt zeminlere ulaştığımızda yapacağımız ilk iş hem kendimizi hem de aracımızı temizlemek olur sanırım. Ve gittiğimiz toprak yollara bir daha girmemeye tövbe ederiz neredeyse. Aradan zaman geçer, yine toprak yollara gireriz, yine tozu dumana katarız. Sosyal yaşamda da sürekli asfalt zeminlerde gitmeyiz. Yolumuz her zaman otoban misali çok geniş ve düz olmaz. Bazen inişler iner bazen de yokuşlar çıkarız. Bazen riskler almamız gerekir, etrafı uçurumlu yollardan geçmemiz gerekir. Uçurumun kenarından geçerken içgüdüsel olarak sadece önümüze bakarız, aşağıya bakmayız hiç. Yaşadığımız riskin farkında olmakla beraber çok cesurmuş gibi olağan bir yolculuk yaptığımızı empoze ederiz kendi kendimize. Bazen yaşam koşulları bizi sınar. Otobandan sonra asfalt zemini bile bulamayız. Toprak yollara düşeriz. Daha önceden sahip olduğumuz dünya nimetleri elimizden alınır, gördüğümüzden geri kalırız. İflas ederiz. Paramızı ve gücümüzü kaybederiz. Sağlık problemleri yaşarız. Yaşadığımız sıkıntılı süreçte eski gücümüzü elde edebilmek için daha çok hırslanırız. Zorunlu istikamet olarak girdiğimiz toprak yollardan bir an evvel kurtulabilmek için tozu dumana katarız. Kaldırdığımız toz bulutuna baktıkça iyi yolda olduğumuzu düşünür daha çok gaza basarız. Heyecanlandıkça hata yapma olasılığımızın arttığını düşünmeyiz. Gaza bastıkça çakıla saplanıp takla atma ihtimalini göz önünde bulundurmayız. Tozu dumana kattıkça yükselen toz bulutunun çevremizdekilere vereceği zararı hesaba katmayız. Bir an evvel asfalt zemine ulaşabilmek için gaza yüklendikçe etrafımızdan hiç haberimiz olmaz. Toprak yolun sürekli yolcularının durumunu düşünmek aklımızın ucundan bile geçmez. Dünyanın merkezinde sadece biz olduğumuz için başkalarının durumu ile hiç ilgilenmeyiz. Sürekli toprak yolda ve yalın ayak yürüyen insanların durumunu çok olağan karşılar kendimizi otoban yollara kavuşturabilmenin hayali ile tutuşuruz. Mevcut yaşam koşullarımızı iyileştirip daha konforlu bir hayata ulaşabilmek için çaba göstermek elbette çok güzel. Ataletten sıyrılıp yaşam coşkusu ile hayata tutunmak, takdir edilmesi gereken bir davranıştır. Yeter ki hırs, gözümü kör etmesin. Sahip olduğumuz yaşam koşullarını hangi zemine benzetirsek benzetelim. Her yolun kendine göre riskleri ve sorumlulukları vardır. Her koşulun kendine özgü nimetleri ve külfetleri vardır. Önemli olan bu risklerin, sorumlulukların, nimet ve külfetlerin farkında olabilmek ve gereğince yaşayabilmektir. İçinde bulunduğumuz şartlardan dolayı sürekli şikâyet ederek yaşamı kendimize ve çevremize zehir etmek yerine mevcut koşullar içinde yaşamın tadına varabilmektir asıl farkında olunması gereken. Varlık içinde yaşamak herkesin hoşuna gider. Geniş imkânlara sahip olmak isteyen bir kimseyi bu arzusundan dolayı ayıplayamayız. Ancak sahip olunan varlığın manevi sorumluluğunu da herkes taşıyamaz. Örneğin sahip olduğu imkânları ihtiyacı olanlarla paylaşmayı herkes beceremez. Paylaşmak zor gelir bazı insanlara. “Büyük dağın büyük dumanı olur” misali varlıklı insanların zorunlu giderleri de çok olur. Dahası yoksulun iflasını birinci kattan düşmeye benzetirsek, zenginin iflasını yirminci kattan çakılmaya benzetebiliriz. Kısıtlı imkânlara sahip olan insanlar, yokluktan şikâyet ederler. Geniş imkânlara kavuşmak isterler. Ancak bu yoksunluk durumunda bile etrafına bakıp sahip olduğu değerlerin farkında olabilenler yaşamın gerçek tadına varabilirler. Kıt olanaklar içinde mutlu bir yaşam sürebilirler. Zenginliği ya da fakirliği övmeye veya yermeye gerek yok. Çünkü bu dünyanın bir gündüzü var bir de akşamı. Gittiğimiz yolların bir inişi bir de çıkışı olduğu gibi. Yani insanoğlunun başına her ikisi de gelebilir. Zenginliğe eriştiğimizde şımarmadan elimizdekileri ihtiyacı olanlarla paylaşabilmek gerektiği gibi fakirliğe düştüğümüzde de şikâyet etmeden yaşamı mutlu bir şekilde sürdürebilmek gerekir. Yoksul bir çizgide başlayan hayatımız varlığa erişerek devam edeceği gibi; varlık içinde seyreden yaşamımızda da yokluklarla karşılaşabiliriz. Yani otobandan stabilize yollara düşülebileceği gibi patikadan otobana da kavuşulabilir. Varlık da yokluk da insan içindir. Yaşa ki göresin misali”¦ İçine düştüğü olumsuz yaşam koşulları nedeniyle etrafına saldıran, panikleyip şikâyet eden ve ne yapacağını bilemeden gaz pedalına yüklenen insanlar; hem tozu dumana katarlar hem de toz duman yutarlar. Şükürsüzce panikleyen insanların meydana getirdiği ziyan hem çevreyi olumsuz etkiler hem de kendilerini. Aracı ile stabilize yollara düştüğü için şikayet eden insanlar unutmamalıdırlar ki stabilize yolun sonunda bir de dik patika bulunuyor. Bu mesaj, ölümü gösterip hastalığa razı etmek amacını gütmüyor. Sadece mevcut yaşam koşulları içinde şikâyet etmeden yaşamın tadını çıkartarak, mutlu ve huzurlu yaşamayı savunuyor. Yazara mesaj: [email protected] www.yusufyesilkaya.net Not: bu yazı; www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com ve www.kisiseldunyam.com web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.