Meslektaşlarım daha iyi bilirler ki; önce öğrenciyi kayıt zarfına, sonra da kütüğe tek tek bütün bilgilerini işleyeceksiniz. İlk zamanlar henüz okullarda bilgisayar yoktu. Yaygınlaşınca bilgisayara işlemek de gerekiyordu. Şimdi doğrudan bilgisayarda e-okula giriş yapılıyor diye biliyorum. Sonra sınıf listelerini oluşturma/değiştirme, devamsızlıkları, varsa ödül ve cezaları ile notlarını işleme, sene sonunda sınıf geçirme işlemleri derken öğrenci mezun olana kadar bu işlemler kaç defa tekrarlanıyor. İsteseniz de öğrencinin kendisini ve bilgilerini unutamıyorsunuz. Bir de öğrenciniz diğerlerine göre çok akıllı/yaramaz veya çalışkan/az çalışan ise o zamanda hafızaya çelik kalemle yazılıyor. 1992 yılında çevredeki ilköğretim okullarının mezunlarının yanı sıra henüz kapanmış olan bugünkü Fen Lisesi yerinde olan Özel Doğu Akdeniz Lisesinin ilköğretim bölümünden mezun olanlar ile lise ara sınıflardaki öğrenciler de geliyorlardı. İlk kayıt olan öğrencilerimiz benim için bu okuldaki ilk göz ağrılarımdı. Ara sınıflara gelenlerin çoğunluğu ise özel okuldan gelmiş olduklarını hep hissettirmişlerdi ama gençtiler ve hepsi öğrencilerimizdi. Okulumuz, disipline de fazla önem verdiği için velilerin ilgisi ve güveni de o derece fazla idi. Veli-idare-öğretmen arasında tam bir oto kontrol sistemi vardı. Hatta öğrenciler arasında bile bu durum söz konusu idi. Öğrencileri hakkında görüştüğümüz hiçbir veli ama hiç biri bize “Kardeşim çocuk büyüdü ve gençliğini yaşamak istiyor size ne oluyor?” Gibi idare olarak bizden ayrı düşünceyi yansıtan bir tepki ile karşılaşmadık. Durum böyle olunca, veli, idare, öğretmen ve öğrenci herkes kendi üzerine düşen sorumlulukları yerine getiriyordu. Mesela biz idare olarak kim müsaitse kış günleri akşamları dağılımlarda servisle gidemeyen öğrencilerimizin sıkıntı yaşamaması için otobüs duraklarında bulunuyor ve öğrencilerimizin rahatsız edilmeden araçlara binmelerine bir güven teşkil ediyorduk. Şu an imam hatip lisesinde görev yapan bir bayan öğretmenimiz, yine durakta erkek öğrencilerin tartışma ve kavgalarını ayırmak isterken hafif de olsa kavgadan nasibini almıştı. Bazen duyarlı velilerden “Benim çocuklarım sizden mezun olduğu için formalarından tanıdığım okulunuz öğrencilerinden birkaç tanesi buralarda öğrenciye yakışmayan davranış sergiliyorlar. Bu çocuklarımızla ilgilenir misiniz?” şeklinde bir telefon alabiliyorduk. Okul çevresinde gereksiz yere fazla geçen otomobillerin genç sürücüleri nazik bir şekilde uyarılıyordu. İnatlaşanların plakaları emniyete bildiriliyordu. Disiplin deyince bir sınıf başkanı, öğretmenlerinin idarede biraz işi olduğunu ama sınıftaki öğrencilerin çok gürültü yaptığını söyledi. Ben de sessiz olmalarını, sessiz olmazlarsa gürültü yapan üç kişinin ismini yazıp gelmesini söyleyerek tekrar sınıfa gönderdim. Az sonra gelen başkanın listesinde adı geçenleri idareye çağırdım ve listede adı olan öğrenciler geldiler. Sadece korkutmak için elime bir teksir kâğıdı aldım ve sesli olarak disiplin dilekçesi yazmaya başladım ki güya disipline veriyorum. Daha cümle bitmeden öğrencinin biri yere yıkıldı ve ben öyle korktum ki bir şey oldu diye. Ayağa kalkıp hem kâğıdı yırttım hem de “vazgeçtim-yırtıyorum” deyip çocuğu diğer öğrencilerle birlikte kolonya ile ayılttık. Hiç unutamıyorum yaptığım blöften kendimin de korktuğumu. Bir de bizim idare olarak pastane, cafe ve park ziyaretlerimiz oluyordu. Ziyaret ettiğimiz bu mekânlarda, o saatte derslerinde olması gerekirken burada bulunan okul kıyafetinden tanıdığımız öğrenciler okula getiriliyor ve gerekli uyarılar yapılıyordu. Israrla aynı davranışı tekrar edenlerin aileleri bilgilendiriliyordu. Bu kontrol ziyaretlerimizde içimizden daha çok “İnşallah öğrencimize rast gelmeyiz” diye dua ediyorduk. Yine bir gün Atatürk Parkı'na öğrencilerin dersi bırakıp gittiğin haberini alınca diğer müdür yardımcımız Durdu İşler Bey ile dolmuşa binip Atatürk Parkına gittik. Dolaşırken bir öğrencimiz, bizi görünce parkın doğusuna doğru gitmeye başladı, tabii ki biz de arkasından”¦ Geriden gelen insan seslerini duyunca bir baktık ki ne görelim: Sezona hazırlık yapan işçiler bizi yanlış anlamış ve ellerindeki keser çekiç gibi malzemelerle bizim peşimizden koşuyorlar. Hemen geriye dönüp kendimizi tanıttık. Öğrencimizi okula götüreceğimizi söyleyince iyi niyetli ve hassas vatandaşlarımızdan dayak yemekten kurtulduk. İşte gençlik bu, o dönemleri çocuklarımızın bazıları için çok sarhoş bir şekilde geçiyor. İki kardeş vardı bir de onlarla birlikte gezen ailevi sıkıntıları da olan üçüncü bir öğrencimiz. Büyük kardeş küçüğü ile üçüncü öğrenciler bir yanlış yapmasınlar diye onlardan ayrılmıyordu. Helal hoş olsun ama idareyi çok uğraştırıyorlardı. Bir gün bu öğrencilerden birine motosiklet çarpmış ama fazla bir şeyi yok dediler. Hangisi deyince büyük kardeşin olduğunu öğrendim ve elimde olmayarak “motorcu yanlış çarpmış, küçüğe çarpacaktı bilememiş” demiştim. Tabii o küçük kardeş şu an öğretmenimiz ve çok hanım hanımcık bir kızımız. Kendilerine, dolayısıyla öğrencilerimize gösterilen sıkı ilgimize şimdi ablası da kendisi de teşekkür ederek yâd ediyorlar. Okulda öne çıkan güzelliklerle daha çok karşılaşılıyordu. Mesela lise ikinci sınıflardan bir grup vardı ki ilk akla gelen isimler Mutlu, Hatice ve Ayla idi. Bunlar ikinci yarıyılda evlerinde bebek patiği-yeleği, tutacak, sabun bezi, etamin tablo gibi bir şeyler hazırlamışlar ve değerlendirip durumu zayıf arkadaşlarının ihtiyaçlarını karşılamak istiyorlardı. Öğretmenler odasında sergilendi ve öğretmenlerimiz o ürünleri, değerleri üçse beşe, beş ise yediye aldılar ve belli bir miktar paraları oldu. Niyet anlaşılınca bir şey almayanlar da yardımcı olunca meblağ yükseldi. Çarşıda, ihtiyaçların satıldığı birkaç esnafa durumu söyleyince onlar da hem hesaplı hem de hediyeli olarak yardımcı oldular. İşte bu şekilde temin edilen giyim-kuşam ve başörtüler(28 Şubat öncesinde idi tabii), öğretmenler ve bu öğrencilerin çabaları ile dağıtıldı. Daha sonraki senelerde yine gönüllü öğrencilerimiz çıtayı yükselterek Ramazan ayı içinde bir de bunlara ilaveten gıda paketi dağıtımını başlattılar ve yıllarca böyle devam etti. Okulda idareci, öğretmenler ve görevli memur-hizmetli bütün insanlar tam bir aile gibi bir his vardı okulumuzda. Her hangi bir kişide olan bir sıkıntı da sevinç de mutlaka paylaşılıyordu. Zaman zaman okul gezileri, piknikler ve iftar yemekleri bu dayanışmayı güçlendirmekteydi. Tevfik Beyin organizesi ve sonu tatlandırılan öğretmenler kurul toplantılarından hiç bahsetmiyorum. Evet, Atatürk Kız Lisesinde görev yaparkenki zaman, böylece eriyip gidiyordu. Şimdi okulu ziyaret ettiğimizde eski arkadaşlarımızdan ancak iki elin parmakları sayısınca kalmış olduklarını görüyoruz. Okuldaki muhabbet bir başkaydı. Şartları gereği tayin isteğinde bulunup giden arkadaşlar, bu ortamı çok aradıklarını görüştüklerimizde hep ifade etmişlerdir. Her okulun ortamı güzeldir ama biz o okulda idik. Belki bencillik olacak ama hoş görünüze sığınarak bizim okul bir başkaydı demeden kendimi alamıyorum. Herkese gönül dolusu selamlar”¦