TARAF GAZETESİNDE YAYINLANAN YAZIYI YORUMSUZ OLARAK YAYINLIYORUZ... YORUM SİZİN...

Seçim sathi mailine girdiğimiz şu günlerde yoğun gündeme birileri için maalesef bir de ”˜Çerkes Meselesi' girdi. Osmanlı döneminde nispeten ama Cumhuriyet döneminde külliyen yok sayılan Çerkesler sonunda kendilerini ”˜sokakta' ifade etmenin yollarını aradılar. Cevabı da gecikmeden verildi hemen. Bardakçıgiller yapıştırdı cevabı: Osmanlı bize “atıfet”te bulunmuştu. Daha ne istiyorduk ki?

Aslında sorunu biraz daha geriye giderek irdelemek gerekli ama ”˜birilerinin' bu rahatsızlığının altında yatan sebep başkaydı. Onların bu çıkışa şaşırmalarının sebebi yıllar yılı sürdürülen ve ”˜esasen' başarılı olduklarını sandıkları ”˜Türkleştirme' politikalarının ve hatta Çerkesler'den “Beyaz Türk” devşirme projesinin iflasını görmeleriydi.

Bütün çalışmalara rağmen paradigma çökmüş, jakoben cumhuriyet yönetimi ”˜tasfiyeyi' becerememişti.

Osmanlı'nın iskân politikalarının ne olduğunu uzun uzun anlatmaya gerek yok. Küçüle küçüle Anadolu'ya sıkışmış Osmanlının, Anadolu'daki Türk-İslam nüfusunun azlığına karşın, Anadolu'da kuzeyde Samsun, Sinop'tan başlayıp aşağı doğru Çorum-Tokat- Sivas- Kayseri- Maraş -Adana-Hatay hattına iskân edilen Çerkesler'den beklenen kuzeyde Pontus-Rum, biraz daha aşağıda Ermeni ve daha da aşağıda Kürtlere karşı oluşturulan tampon bölgeden ne murad edildiği açıkça belli. Üstelik bunu ileride kullanmak da kolaydı. Kürtlere ve Ermenilere karşı kullanılan güçler içerisindeki Çerkesler'i öne sürerek savunma mekanizmasını kurmak da kolay olacaktı.

Yine Osmanlı'nın Güney Marmara'da Biga- Gönen-Manyas- Bandırma- Karacabey-Bursa-İnegöl-Bilecik- Eskişehir-Yalova-Düzce-Sakarya-İzmit ve hatta İstanbul Şile hattına yerleştirilen Çerkesler ile de Marmara'da yerleşik yoğun Rum nüfusu dengelemek İslami söylemler ile de bu unsurları kontrol altında tutmak payitaht İstanbul'un bekası için çok önemli idi. Zaten Saray'da son dönemlerdeki Padişah annelerinin Çerkes olması ve saray güvenliğindeki Çerkeslerin çokluğu ile birleşince ister istemez ateşi tutacak maşa hazırlanmış oluyordu. Kafkasya'da yaşanan Rus katliamından sonra sürülen ya da şöyle söyleyelim sürülmesi istenen insanların bütün bu ince politikayı süzecek hali yoktu elbet. Sığındıkları bu toprak artık ikinci vatan olmaktan çıkmış, dört elle sarılınması gereken vatan toprağı olmuştu. Sarıldılar da nitekim.

Yeni kurulmakta olan Cumhuriyet'in temelinde de hep oldular.

Kuvay-ı Seyyare kumandanı Ethem Bey, Rauf Orbay ve Bekir Sami Kunduk bu sürecin öne çıkan en önemli isimlerinden oldular. Amasya Tamimi'ni imzalayan beş kişinin dördü Çerkes beşincisi Mustafa Kemal'di. Erzurum Kongresi öncesi görevinden alınan Mustafa Kemal'e destek olan ve yanındaki iki kişiden biri yine Rauf Orbay'dı. Hamidiye Kahramanı olarak müthiş popülaritesi ile M. Kemal'in yanında yer alan Rauf Orbay Cumhuriyet'in ilk başbakanı, Bekir Sami Bey'de ilk Dışişleri Bakanı idi. Ethem Bey'i zaten anlatmaya gerek yok. Kurtuluş Savaşı'nın ilk direniş ateşini yakan ve batıda Yunan'ı durduran Ethem Bey'in yaptıklarını burada uzun uzun anlatmak konuyu uzatır. Bu konuda lehinde aleyhinde yazılanlarla mukayeseyi yapmak okurlara kalmış.

Bir Çerkes olarak bize düşen bazı gerçekleri bir kez daha kamuoyunun gözleri önüne sunmak. Yukarıda belirttiğim isimlerin yanı sıra o dönemde etkin olan isimleri merak edenler Muhittin Ünal'ın “Kurtuluş Savaşında Çerkeslerin Rolü” kitabını okumalarını salık veririm.

Bütün bunlara rağmen Çerkeslerin ilk tasfiye süreci Cumhuriyetle birlikte işleme kondu. Daha önce Çerkes olarak anılmayan Ethem Bey'in isminin önüne hem “hain” ve hem de “Çerkes” ibaresi beraber kondu ve ”˜potansiyel' vatan hainleri oluşturuldu.

Jakoben ve Makyavelist düşünce yapısı ile adım adım politikalarını gerçekleştirmeye başlayan Cumhuriyet yönetimi, oluşturduğu “yüzellilikler” listesinin neredeyse yüzde yetmişini Çerkesler'den oluşturarak ilk tasfiye sürecini başlattılar.

Ve bir şeyi de iyi becerdiler. Çerkesler'den yeni Türkler devşirdiler. “Yurttaş Türkçe Konuş” kampanyalarına ilaveten yer ve kişi isimlerini de yasaklayarak köklerinden koparılmaya çalışılan Çerkesler sürgün geldikleri bu topraklarda, kullanılan İslami argümanlar ve “Kafkas Türkü” masalı ile uyutulmaya ve eritilmeye başlandı. Kafkas dansları bile Kars oyunları adı altında Çerkeska üzerine konan ay yıldız kokart ile birleştirilerek Türkleştirme projesine alet edildi. Bayrak ile bir meselemiz elbet olamaz ama bu zihniyetin net bir göstergesi olarak yapılan dansın adı bile değiştirildi. Kafkas ezgileri “Hoş Gelişler Ola...” adıyla bu Türkleştirme projesinin maşası oldu.

Teşkilatı Mahsusa'dan başlayarak Osmanlı ve Cumhuriyet döneminde İstihbarat-Ordu ve Polis teşkilatında devşirilmiş açıkçası “Beyaz Türk” yapılmış şahısların, artık bir ”˜Türk' olmalarına rağmen yeri geldi mi Çerkes asıllı oldukları söylenerek de bu sinsi asimilasyon sürecine katkı verdiler. Bunu fısıltı gazeteleri ve hatta zaman zaman açık açık da vurgulayarak “daha ne istiyorsunuz?” dediler.

 
Beyaz Türk projesinin kobayları
Yaşam tarzlarının laik Cumhuriyet'in tam da istediği şekilde olması ve “Kafkas Türkü” politikaları ile zaten beyaz ırkın temsilcisi olan Kafkasyalılar tam da “Beyaz Türk” kavramın uygun kişiler olunca bu kanal açık söylemek gerekirse çok da işe yaradı. Asimile olmuş unsurları sık sık gözümüze sokan resmî söylem, çok sonra oluşan “Beyaz Türk” kavramının Çerkeslerde vücut bulmasından hoşnut oldular. Dil ve etnisite dertleri yok. Hayat tarzları tam da laik sisteme uygun. Daha ne isteyebilirlerdi ki? Devşirdikleri de tam da maşa olmaya müsait. Diğer etnik gruplara karşı, yeri geldi mi İslami argümanları, yeri geldi mi Türkçü argümanları yeri geldi mi de “vatan elden gider ha” söylemlerini kullanarak sırtımızı da bir güzel sıvazladılar. Bütün o grupları da bize karşı önyargılı kıldılar.

Uzun yıllar da bu politikaların semeresini gördüler. Ermeni- Rum- Yahudi unsurlar Lozan'daki “azınlık” hakları ile bir nebze kendini koruyabildiler. Kürtler zaten bir bölgede çok yoğundular ve nüfusları da çok kalabalık idi. Öldürmekle bitecek gibi de değildiler. Dinî anlamda da Aleviler aynı konumda olunca Kürt ve Alevi unsurlar kanırta kanırta haklarını almaya başladılar. Yüzlerce Cem Evi açtılar. Kürtler devlet eliyle televizyonlarına kavuştular. Romanlar zaten etkisiz bir gruptu ve folklorik bir yapıdan öteye gitmeleri mümkün değildi. Toplumdan soyutlandıkları için de onlar da kendilerini içlerine kapanarak korumayı becerdiler. Devlet bir de din-yakın coğrafi komşuluk ve enerji ilişkilerini kullanarak bir de Arapça TV kanalı açarak bir parmak balı da Arap kardeşlerimizin ağzına çalmıştı.

Peki sonrasında ne oldu?

Olan şu: Çerkesler ayağa kalktı.

Uyuyan dev uyandı!

Açıkçası İkinci Çerkes tasfiye hareketi sekteye uğradı.

İsimleri ortaya atarak kişileri yıpratmak istemem. Zaten o isimlerin çoğunun Çerkeslikle ilişkileri sınırlı idi. Onlar da “Beyaz Türk”olmuş Kafkasya kökenli vatandaşlarımız olarak zaten hiçbir kimlik mücadelesinde bulunmamışlardı. Ama bu bile yeterli idi. Onlar Çerkesti ve hadlerini bilmeliydiler.

 
Bakiler, Bardakçı ve Kılıç
Gelin bazı gelişmeleri üst üste koyalım. İktidarın dört ayağından biri kesildi ve parti dışına itildi. Ekonomiden sorumlu bakanı uçtu. Bursa milletvekili bir sonraki dönem aday gösterilmedi. Ana muhalefetin başı ve ikinci adamı tasfiye edildi. Şimdi iktidar milletvekili adayı olan gazeteci “Ergenekon bir Çerkes- Abhaz yapılanması” diyerek hedefi gösterdi. Ergenekon'un en önemli isimlerinden birinin Çerkes asıllı olduğu özellikle vurgulandı. Bir ilin eski belediye başkanı sen yine bekle denerek yedeğe alındı. Çerkes asıllı milletvekilleri değil bakan yapılmak parti içinde aktif görevlere bile getirilmeyerek tasfiye süreci devam ettirildi. Bu süreçte korumadan basın müşavirine Çerkes olanlar da nasibini aldılar.

Sürecin tam da bu noktasına Çerkesler ayağa kalkıp sokağa çıkınca basından da hemen müdahaleler başladı. Önce Yavuz Bülent Bakiler “utandım” dedi. Arkasından Murat Bardakçı gerek yazısı ve gerekse TV programındaki partneri ile “atıfet”ten bahsetme cüretini gösterdi. Koroya dahil olan Altemur Kılıç da “susun” diye köşesinden seslendi.

Bütün bunlar olurken bir iki istisnai durum hariç çok demokrat geçinen yazılı ve görsel medya dahil hiç kimse bu sokağa çıkma hadisesine ilgi göstermedi. Üç maymunları oynadılar top yekün. Onların elinde oynayacakları Kürt ve Alevi oyuncağı vardı nasılsa...

Yukarıdaki gelişmeleri görünce şimdi gelin de Beyaz Türk Çerkesler'in İkinci Tasfiye Hareketi'ne inanmayın...

Aslını söylemek gerekirse Cumhuriyet'in Ethem Bey'le başlayan ilk tasfiye hareketi de son dönemdeki tasfiye hareketleri bir noktadan sonra “resmî söylemi” bumerang gibi vurdu. Zaten Çerkes kimliğine bir katkısı olmayan, bunu söylemekten imtina eden, bir kanun teklifi vermeyen, Anavatan Kafkasya'da kan akarken sesi çıkmayan “Beyaz Türk Çerkesler”in zaten bu topluma verecekleri bir şey yoktu.

“Hain Ethem” le beraber kendisini sorgulayan Çerkesler bütün çabalara rağmen tamamen Türkleşmediler ve sonunda titreyip kendilerine geldiler. Son operasyonlar da işin tuzu biberi oldu ve ”˜İkinci Kendine Gelme' hamlesinin işaret fişeği vazifesini gördü.

İşin doğrusu başta bizim hemşerilerimiz olarak bu tarihi gerçekleri tekrarlamanın bize pek bir faydası yok. Abdestimizden şüphemiz de... Gerçek olan Türkiye'nin bir DEMOKRASİ sorunu olduğu. Sürgün veya otokton bir halk olmanın; ya da nüfus sayısının hiçbir öneminin olmadığı bir konuda verilen tepkiler, belli kafaların rahatsızlığını görme açısından bir turnusol kağıdı vazifesi görmekte ve iyi de olmaktadır.

Kısaca özetlemek gerekirse: Biz Çerkesler “Çerkes Duruşu”muzu da bozmadan sesimizi yükseltmeye devam edeceğiz.

Türkiyeli bir Çerkes