Günay, söyleşiyi Sakık ile yüz yüze yapamadığı için sorularını mektup ile sormuş. Sakık da soruların cevaplarını mektup ile cevaplamış. Ortaya bu söyleşi kitabı çıkmış. Sakık sorulan sorulara çok iyi çalıştığından, cevaplarda kendisini çok güzel savunmuş. Sakık, 18 yıllık dağ hayatını, PKK'ya niçin katıldığını, örgütten niçin ayrıldığını, örgütün içyapısını, örgütte kadın- erkek ilişkilerini, örgüt içi hesaplaşmaları anlatır, PKK ile ilgili epey bilgi verir. PKK'ya katılma nedenlerini anlatırken Erivan Radyosu'ndan etkilendiğini belirtir. Örgütün yaptığı canavarlıkların bir kısmını anlatmaya çalışır. Genellikle gördüğü yanlışlardan kendisine ait olmayanları açık yüreklilikle eleştirir. Ama kendisinin bireysel olarak yaptığı eylemlerden (canavarlıklardan) hiç ama hiç bahsetmez. Olayları anlatırken sanki kendisi yaşamamış da bir üçüncü kişi anlatıyormuş gibi bahseder. Kitabı okurken aklıma -bu kitabı okuyan birkaç arkadaş ve büyüğümüzün de değindiği gibi- “acaba birisine mi yazdırdı kitabı?” kuşkusu geliyor. Bir eşkıyanın kaleminin bu kadar kuvvetli olması da insanı şaşırtmıyor değil. Okurken kitap; roman, deneme tadı veriyor insana. Eğer ülkemizi can evinden vurmaya çalışan bir terör örgütünün bir gönüllü üyesi bile böyle edebi kıvamlı yazı, kitap ve eser yazıyor ise bizim gibi ülkesini ve milletini karşılıksız seven insanların aynaya bakmasının vaktinin geldiği ve ne yazık ki geçtiğini idrak etmemiz gerekiyor. Sakık, iliklerine kadar yaşadığı uykusuzluğu öyle güzel tarif ediyor ki şu cümleleri okuyunca sizler de benim gibi şaşıracağınızı düşünüyorum: “..şiddet ortamında geçen yıllar boyunca derin, deliksiz, yeterli ve düzenli bir uyku uyuyamadım. Yıldızlar titreterek, bulutlar ıslatarak, toprak kulunç yaparak, ıslaklık krampa dönüşerek, rüzgâr çuvaldız gibi batarak uyutmazdı. Yorganım güneş, yıldızlar ya da bulutlardı; üçünden birinin altında uyumaya çalışırdım. Ama birisi yakar, birisi dondurur, birisi ıslatırdı. Bazen her üçünden de mahrumdum. Kar ya da yağmurdan sonra örülürdü yorganım. Bazen parka, bazen kefiye, bazen de bulup buluşturduğum bir bez parçasını kullanarak güneşin kavuruculuğundan, yıldızların serinliğinden, bulutların neminden, rüzgârların soğuğundan, karın donduruculuğundan, yağmurun ıslaklığından uyumaya çalışırdım, ama uyumayla uyanma bir olurdu”¦.Döşeğim, ilkbaharın çamuru, yazın taşlaşan toprağı, sonbaharın küf kokan yaprakları ve kışın karıydı.” (s. 58,59) Hakkâri, Şırnak, Diyarbakır, Muş, Bingöl, Ağrı, Kars, Erzurum, Tunceli (kendisi Dersim diyor), Hatay, İskenderun dağlarını, tepelerini, ormanlarını, yaylalarını; Mardin ve Batman ovalarını çok gezdiğini söyler. Irak, İran, Suriye sınırlarını ve Lübnan, Irak, İran dağlarını tekrar tekrar geçtiğini ve dolaştığını belirtir. Sakık, kendisinin Şam yakınlarında bir evde kalırken, bu eve Kürt Bilge (!) DP ve DYP eski milletvekili Abdulmelik Fırat'ın da birkaç günlüğüne misafir olarak geldiğini belirtir. Örgütün kendisinin ayağını kaydırdığı dönemlerde Fırat'ın fikirlerini dinlemediği için de pişman olduğunu söyler (s.43) Sakık, dağdaki 18 yıllık yaşantısından, yanlış yolda bir ömür tükettiğinden dolayı pişmandır. Terörün bir çözüm olmadığının farkındadır. Bu pişmanlığını şöyle anlatır: “”¦Annemin öğüdü doğrultusunda hareket edip yolumu belirleseydim, toplumun bir parçası olma yerine birey olmaya çalışsaydım, isyana kalkışan her Kürt'ün akıbetine uğramayacak ve başlarına gelenlerin benzerini yaşamayacaktım. En köklü, en karmaşık, en kapsamlı, en menfi yargılarla yüklü kördüğüm sorunları bile akılla, hukukla, demokratik yol ve yöntemlerle çözen yaralı ve başarılı bir Kürt olacaktım. İsyancı geleneğinden kurtulan, isyan-katliam-isyan döngüsünü bozan, dünyaya yeni bir pencereden bakan Kürtlerden olacaktım. Eli kanlılarla değil, özgür dünyayı anlamış, aradaki mesafeyi kapamış ve bu dünyanın bir parçası olmayı başarmış demokrat Kürtlerden olacaktım. Vasıfsız, mesleksiz bir tetikçi değil, emekçi meslek sahibi ve çevresine yararlı bir insan olacaktım. (altını ben çizdim. O.S.) Yıkıcı bir Kürtçü değil, yapıcı bir Kürt olacaktım. Yerlerde sürünen, dilenerek geçinen bir Kürt değil, yaşam kalitesini yükselmiş zengin bir Kürt olacaktım. On sekiz yılını dağlarda, on yılını zindanda geçiren, hiçbir şey üretmeyen, hep zarar veren biri değil, kendini tamamlamış ve topluma hizmet etme imkânı yakalamış Kürt olacaktım. Köylülükle, cehaletle, yoksullukla ve kavgacılıkla özdeşleşmiş bir Kürt değil; eğitimli, medeni, kültürlü bir Kürt olacaktım. Esmer tenli, pala bıyıklı, yontulmamış, kör bir Kürt değil, sosyalleşmiş, zarafet kazanmış, anlayışlı bir Kürt olacaktım. Ortaçağ karanlığını delememiş köylü yaklaşımıyla baş başa kalan değil, aydınlanmış bir Kürt olacaktım.” (s.24) 24 Mayıs 1993 günü Bingöl karayolunda şehit edilen 33 askerimizin müsebbibinin kendisi olup olmadığı hakkındaki soruya kendisin bir suçu olmadığını ifade eder. Devletin, olayın sorumluluğunu PKK'ya, PKK'nın da kendisine yıktığını belirtir. (sanki başka bir örgüt ve başka kişiler yapmıştır demeye getirir.) Öte yandan olayı gerçekleştiren kişinin Zeynel kod adlı, 80 ihtilali sonrası Diyarbakır Askeri Cezaevi'nde yetişmiş bir terörist olduğunu söyler. Sakık'ın anlattığına göre mahkeme kendisi hakkında şöyle bir karar verir. “Sanığın olaya katıldığı, planlama yaptığı ya da talimat verdiği tespit edilememiştir. Ancak olay sanığın sorumluluğu altındaki bölgede olduğu için dolaylı bir sorumluluğu vardır.” (s. 95) Sakık'ın 90 askerimizin silahsız bir şekilde gönderilmesine olan tepkisine de hak vermemek elde değildir. Bu konu hakkında şunları söyler: “Herkes bana saldırdı ama hiç kimse, bir çöp bidonunun yanı başına nöbetçi diken, birkaç askeri malzeme nakli yapılırken güvenlik için birlikler ayarlayan güvenlik kuvvetlerimizin, 90 askeri sevk ederken tek bir silahlı adam görevlendirmemesine dikkat çekmedi, neden böyledir demedi, bunun hesabını sormadı, yapılmışsa bir soruşturma bunun sonuçlarını öğrenmedi.” DEĞERLENDİRME Kitap, özellikle de dağda yaşayan bir eşkıyanın ne yiyip ne içtikleri, nasıl yattıkları ve uyudukları, nasıl temizlendikleri, nasıl haberleştikleri vb. soruların en ince ayrıntılarına kadar anlatmaya çalışmış. “Bir teröristin penceresinden hayat nasıl görünüyor?”un cevabını kitap güzel anlatmaya çalışmış. Eserin, ömrünün yaklaşık üçte birini dağlarda yaşamış birinin anlattıkları olarak düşünürsek gerek macera gerek çözüm yolu için dağlara çıkması muhtemel gençleri aksi yönde ikna etmeye yarayabilecek bir materyal olarak kullanılabileceğini düşünüyorum. Bundan birkaç yıl önce Sakık'ın daha önceki kitabını Doğu ve Güneydoğu Anadolu Bölgesinde bir valimiz, öğrencilere okuması için hediye ettirdiğini basında çıkan haberlerden hatırlıyorum. Bu gibi kampanyalar düzenlenerek tuzağa düşmeye meyilli gençlerin korunmasına vesile olunabilir. [*] Eğitimci, eposta: [email protected] [1] Tuncer Günay, Şemdin Sakık Anlatıyor, 175 sayfa, I. Baskı, Haziran 2007, İstanbul, Doğan Kitap