Uzmanlar, Türkiye’de antidepresan türü ilaçların kullanımının geçmişe oranla artmasında farkındalığın önemli bir yeri olduğunu belirtti. Prof. Dr. İlhan Yargıç, aile içi şiddet ve taciz olaylarının eskiye oranla daha fazla konuşulduğunu belirterek, "Gerek aile içi şiddet, gerek panik ataklar gibi vakalarda bunların varlığı ile ilgili yardım istenmesi, bunların bir kabahat olmadığı ile ilgili farkındalık artıyor." dedi.

Bazı ilaçların kullanımında istatistik verileri olarak ortaya çıkan artış ya da azalmalar, kamuoyunda farklı yorumlara yol açıyor. Bunlardan biri antidepresan türü ilaçların tüketiminin arttığına ilişkin bilgiler. Uzmanlar, konuya yaklaşımın salt bu rakamlar üzerinden değil, algı ve gerçek ihtiyaçlar üzerinden yapılması gerektiğini belirtti.

Türkiye’de alanının sayılı isimlerinden biri olan İstanbul Üniversitesi İstanbul Tıp Fakültesi Psikiyatri Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Prof. Dr. İlhan Yargıç antidepresan kullanımı, bu konudaki algı ve Türkiye gerçekleri üzerine dikkat çeken bilgiler verdi.

Antedepresan türü ilaçların sadece depresyon durumunda değil, farklı bazı tıbbi sorunlar için de kullanıldığını anlattı. Psikiyatrik olarak aşırı evham, endişe ve kaygıları kontrol edememe, takıntı ve panik atak gibi durumlar yanında, dâhiliye ve nörolojinin konusu olan hastalıkların bazılarında da kullanılabildiğini, hatta şeker hastalığına bağlı ağrı sendromlarında bile bu ilaçların fayda sağlayabildiğini kaydetti.

Yargıç, eskiye oranla bazı konuların daha fazla konuşuluyor olmasının ve farkındalık konusunun altını çizdi. İlaçların kullanımına ilişkin rakamların güvenilir olmadığını düşünen Yargıç, aile içi taciz olaylarının normalde çok az sayıda olduğunun kabul edildiğini ancak bu konudaki mağdurların bilinmesiyle birlikte vaka sayısının da çok fazla olduğunun ortaya çıktığını söyledi.

Yargıç, aile içi şiddet rakamlarının da tam olarak tespitinin zorluğuna işaret ederek, “Yapılanlar artık ayıplanır hale geldiğinde yavaş yavaş dışa vurulmaya başlanıyor. O nedenle ne kadar arttı, arttı mı? Bunların tespiti zor. Gerek aile içi şiddet, gerek panik ataklar gibi vakalarda bunların varlığı ile ilgili yardım istenmesi, bunların bir kabahat olmadığı ile ilgili farkındalık artıyor, bunu rahatlıkla söyleyebiliriz." şeklinde konuştu.

'İHTİYACI OLAN DEĞİL, OLMAYAN KULLANIYOR'

Konuya ilişkin Avrupa ve Amerika’da yapılan araştırmalarda ortaya çıkan ilginç sonuçlara değinen Yargıç, Amerika’da benzer durumda olan kişilerin ancak yüzde 20’sinin psikiyatrik tedavi gördüğünü belirtti. Yargıç, “Düşünebiliyor musunuz bunların yüzde 80’i Amerika’da bile psikiyatriste gitmiyor. Yüzde 60-70’i herhangi bir antidepresan kullanmıyor. Bir tarafta gerçekten bu ilaçlara fizyolojik olarak ihtiyacı olan insanların çoğu bu ilaçlara ulaşamıyor. Ama diğer tarafta ihtiyacı olmadığı halde bir sürü bu ilacı kullanan insan olduğu gerçeği de var.” dedi.

‘İMANLI İNSAN DA DEPRESYONA GİRER’

Yarıç, depresyonla ilgili bazı yanlış algıların gerçek depresyon hastalarına büyük zarar verdiğini söyledi. ‘İmanlı olan depresyona girmez’ şeklindeki yaklaşımların da yanlış olduğunu belirten Yargıç, imanlı insanların da depresyona girebileceğini, popüler kültür etkisiyle konunun dini kisvelere büründürüldüğünün altını çizerek şöyle dedi: “Bir kere inançlı insan mütevazidir, ‘ben bir yere kadar güçlüyüm’ şeklinde bakması gerekirken popüler kültürden etkilenip, popüler kültürün evrenin enerjisi, evrene pozitif enerji yaymak gibi zırvalıklarını dini kisveye büründürüyoruz. Sonra da ‘ben inanıyorum o halde şu olmam, bu olmam’ şeklinde konuşmalara yol açıyor. İnsanoğlunun böyle bir garantisi yok. Şuurlu, bilinçli, imanlı insanlarda da gerçek anlamda depresyon olabiliyor. Burada o kişi için ‘imanı zayıf’ demek çok büyük bir kolaycılıktır. Ama insanlar bunu yapıyor. ‘Depresyona mı girdin git bol bol namaz kıl, imanını güçlendir geçer bunlar’ dendiği zaman depresyondaki kişi zaten o halin gereği olarak suçluluk duyguları içinde bunları duyunca daha da beter oluyor. Bu durumdaki insanların ağır depresyona girdiği, işini gücün sürdüremez hale geldiği, 30-40 kilo verecek kadar yemeden içmeden kesildiği şeklindeki vakalarımız hiç de nadir değil.”