Osmanlıda külhan'da çalışan biri hangisinde çalışmaktadır?

külhan
hamamın altında bulunan, hamamı ve suyunu ısıtan, kapalı ve geniş ocak.

KÜLHANBEYİ !...
   
Televizyonun yeni dönem dizilerinin reklamlarına bazen gözüm takılıyor da şaşırıp kalıyorum.. Bol bol kabadayı içerikli dizi var !.. İzmir Fuarı açıldı ve gazetelerin Fuar ile ilgili ilk haberi, silah pavyonlarında küçük çocuklarıyla birlikte gamsızca gezen ailelerle ilgiliydi !..
   
Hemen eldeki yazı kaynaklarını kurcalayarak altta gördüğünüz yazıyı derledim.. Sizleri yeni TV sezonuna, şiddetin arttığı ve maalesef daha da artacağa benzeyen kent sokaklarına hazırlamak babından !... 

Başkent İstanbul'da toplum düzenini bozanların başında "Külhanbeyi" adıyla bilinen başıboş gruplar gelmekteydi.
 
 Barınacak yerleri olmadığından hamamların külhan denilen ateş ocaklarında yatıp kalkmak zorunda olan kişilere verilen bu isim zamanla bir sosyal grubun adı olmuştur. Bu konuda yapılan araştırmalarda, sefil bir hayat yaşadıkları kaydedilen külhanbeylerinin piri, Külhan-i Layhar olup kendisi de hamam külhanında yatan ve şarap tortuları içerek yaşayan bir kişi olarak gösterilmiştir.

İstanbul külhanbeylerinin ilk olarak bir araya geldikleri yer, yukarıda fotoğrafı olan, Gedikpaşa Hamamı idi. Burası kentin fethinden kısa bir süre sonra inşa edilmiş ilk hamamdı. Daha sonra sayıları hızla artan hamamlara rağmen, külhanlar hiyerarşisi içinde Gedikpaşa Hamamı ilk sıradaki yerini korumaya devam etti. Öyle ki, külhanbeyleri arasındaki anlaşmazlıkların çözüm mercii Gedikpaşa Hamamı'nın külhanbaşısı ( destebaşı ) idi..
   
11-15 yaşlarındaki kimsesiz çocuklar, "apaş tekkesi" denilen hamam külhanında "destebaşı" unvanlı amirleri tarafından bir sınava tabi tutularak kabul edilirlerdi. Bunun için bir tören düzenlenirdi. Külhanbeyi adayının o gün çarşıdan topladığı erzakla pişen yemek, törenle yendikten sonra "kardeşlik merasimi" adı verilen törene geçilir, kardeş olarak iki kişiye bir gömlek giydirilir, Fatiha okunarak tören sona ererdi.. Ancak külhanbeyi olabilmenin bazı şartları vardı. Bunun ilki adayın annesiz babasız olmasıydı. Kardeşinin olması bir engel teşkil etmemekle beraber, hiçbir aile bağının olmaması tercih sebebi idi. Dışarıda herhangi bir dereceden akrabası olanlar tercih edilmezlerdi. Bunun da nedeni külhanbeyinin serbestçe hareket edebilme olanağına sahip olmasının kendisi için önemli olmasıydı. Çünkü külhanbeyleri son derece sorumsuz ve vurdumduymaz bir hayat sürmekteydiler. Bunun bir sonucu olarak da, serseri surette gezerek toplumu tehdit etmekteydiler..
   
   Külhanbeylerinin dışarıda da uymak zorunda oldukları bazı kurallar vardı. Yaşları 10-14 arası olan külhanbeyleri dışarıya ikişer ikişer çıkmalıydılar. Bunların, Yahudilere saldırmaları şiddetle yasaklanmıştı. Zor durumdaki küçük çocukları ve güçsüz kadınları savunmaları gerekirdi. Seyyar satıcılardan hiçbir şey isteyemezlerdi. Fakat istedikleri parayı vermezlerse, özellikle lalalarıyla gezen ekabir takımına sataşmalarına izin verilmişti...
   Külhanbeyleri "levendane" denilen"it adımı" ile yürürlerdi. Bu arada bellerine sarmış oldukları uzunca şal kuşağın bir ucu yere değerdi. Cakalı bir şekilde boyun kırmak, omuz vurmak, dirsek çarpmak, çoluk çocuğa laf atmak, kadınlara sarkıntılık etmek, kabararak gezmek külhanbeylerinin övündükleri davranışlar arasında yer almaktaydı. Bunca kötü davranışlar sergileyen bu kişiler çoğu zaman dayak yemekten kurtulamazlardı. Bu, onlar için normal bir durumdu. Böylelerine "sulu" denilirdi..
   Külhanbeyleri, yanlarında "saldırma" adını verdikleri bir bıçak taşırlardı. Dönemine göre bu, kama veya sustalı bıçak da olabilmekteydi. Son dönemlerde ise ateşli silahlar daha yaygın bir hale gelmişti..
 Külhanbeylerinin ve kabadayıların kullandıkları çeşitli lakapları vardı. Bu lakaplar genellikle sıra dışı özellikleri vurgulayan ifadeler olarak seçilirlerdi. Örneğin ; Seyrekbasan Osman, Raconcu Cafer, Çiroz Ali, Kavanoz Mehmet, Arap Abdullah gibi lakaplarla tanınan bazı kabadayılar veya külhanbeyleri kendi dönemlerinde çok meşhur olmuşlardı.  Bu kişiler birbirlerine veya başkalarına da çeşitli şekillerde hitap etmekteydiler. "İmanım", "yakarım", "yandan gel", "araba mısın tekerlek" gibi kalıplaşmış sözleri birbirlerine hitap ederken kullanırlardı.
  "Heyt ! Var mı bana yan bakan", "Bu kadar tilki divanı sana yeter", "lafına yekun tut da bas git" şeklindeki naralar daha çok külhanbeyleri arasında yaygındı..