Sosyolojik ve tarihi bir bilgidir ki, “şehirleşme artıkça medeniyet ve refah artar.” Bu bilginin artık geçerliliğini yitirdiğini düşünüyorum. Ya da bu bilginin en azından yarısının artık doğru olmadığını gözlemliyorum. Evet, bundan 2000-3000 sene önce insanlar şehirler kurdukça medeniyet ve refahlarını da artırmışlardır. Ancak, günümüzdeki şehirlerde refah olsa da medeniyet (maalesef) o kadar da istenen düzeyde değildir. Ya da medeniyet olsa da refah istenen seviyede değildir. Şehirlerin varoşlarını ve gecekondularını da şehirden sayıyorsanız, nerede refah, arayın da bulun. Ne gezer! Zaten, şehirlerde medeniyetin bir gereği olan huzur da artık kalmadı. Öyleyse, “şehirleşme arttıkça, medeniyet ve refah artar” şeklindeki sosyolojik gerçeklik eskiden doğru olsa da, günümüzde gerçekliğini yitirmiştir. En azından yüzde 50 oranında doğru değildir.
Bu görüş ve düşüncemi burada belirttikten sonra gelelim asıl söylemek istediklerime. Asıl söylemek istediğim köylerimizdeki insanlarımızın kanaatkâr halleridir. Kanaatkâr ve fakir hallerini sıklıkla gözlemlemiş bir Kardeşinizim.
Özellikle, Kahramanmaraş ve Gaziantep Köylerinde hasbelkader dolaşan bir Yazar olarak genelde gördüğüm manzara şudur:
Ayaklarında çorap olmayan çocuklar, soğukta, sıcakta toz toprak içerisinde yaşarlar. Çocukların yüzü-gözü temiz suyla sıklıkla yıkanmadıkları için tertemiz ve parlak değildir. Bu çocukların Anne Babaları da aynı vaziyettedir. Köylü vatandaşlarımızın kılık kıyafetleri oldukça eskidir. Yamalıdır, kirli paslıdır. Tabi bunun pratik bir zorunluluktan kaynaklandığı, dağda-bayırda, kırda-ovada, tarlada-bağda çalışmanın vermiş olduğu bir zorluktan kaynaklanmaktadır. Köylü vatandaşlarımızın birçoğunun beslenme açısından da çok da leziz ve kalorisi yüksek gıdalarla beslendikleri de söylenemez. Genelde köylü insanlarımızı zayıf ve cılız gördüm. Yüzleri kırış kırış ve senelerin çilelerini yansıtır. Köyde yaşayan insanlar cebinde çok da para bulunmaz. En babayiğit, en zengin köylü cebinde 100 TL para ile dolaşmaz, dolaşamaz. Yoktur da ondan dolaşmaz, dolaşamaz.
Sözü çok da fazla dolandırmaya, dallanıp da budaklandırmaya gerek yok, köylerimizdeki insanlarımız çoğunlukla fakr-u zaruret içerisindedir.
Bu kadar zorluk ve imkansızlıklara rağmen köylü vatandaşlarımız genelde kanaatkar ve umut doludur da.
İşte size geçen günlerde Gaziantep'in bir köyünde bizzat şahit olduğumuz bir manzara:
Babamın evimizin yan tarafındaki küçük tezgahta ürettiği ekmek- börek tahtaları, iskemle, evraaç, oklava gibi marangozluk ürünlerini para kazanmak ve ticaret için değil de, sırf Yaşlı Babamın hoşnutluğu için satmak üzere hafta sonları bazen Kahramanmaraş ya da Gaziantep Köylerini dolaşıyoruz.  Bu dolaşmaların birinde yolumuz Gaziantep’in bir köyüne düştü. Bu köyde, bir genç kız, “20 TL” diye söylediğimiz börek tahtasının fiyatını çok buldu. Biz de bunun üzerine kıza yardım etmek için "sen kaç lira dersen o fiyata al" dedik.
Kız, "10 liraya olur mu" dedi. Biz de "tamam" dedik. Asıl anlatmak istediğim bu değil. O genç kız börek tahtasını aldıktan sonra etrafındaki köylü kadın ve kızlara "bunu çeyizime koyacağım" diye gözlerindeki büyük ışıltı ile seslenişi vardı ki, asıl önemli olan buydu. Şehirdeki trilyonluk zengin kızları çeyizine trilyon eşya koysalar öyle mutlu olamazlar. Küçük şeylerden mutlu oluyorsanız, mutlusunuz. Yoksa hiçbir şeyden mutlu olamazsınız.
 
Şehirlerde bir kanaatsizlik, bir tatminsizlik, bir mutsuzluk almış başını gidiyor. Devasa alışveriş merkezlerini hınca hınç, tıklım tıklım dolduran o şehirliler var ya, ne satın alsalar, ne yeseler, ne içseler, ne yapsalar da mutlu olamıyorlar. Çünkü, kanatsizler, çünkü küçük şeylerden mutlu olamıyorlar. Büyük, koca koca şeyleri satın alıyorlar, eve götürdüklerinde yine perişan, yine mutsuzlar.
Şu an ismini hatırlamadığım bir Yazar şöyle diyordu, “eskiden insanlar hayatlarından memnun olmadıklarında devrim yapmaya kalkarlardı, günümüzün insanları hayatlarından memnun olmadıklarında alışverişe çıkıyorlar.” Can sıkıntısını gidermek için alışveriş yapan milyonlarca insan var büyük şehirlerde.
Etik Değerler ve Ahlaki İlkeleri anlattığım bir seminerimde, “tüketim çılgınlığını, marka bağımlılığını ve alışveriş tutkusunu eleştirdiğim sırada dinleyici bir bayan söz aldı ve, “Hocam haklısınız alışveriş merkezinde geçen gün sırf  % 70 indirim var diye aldığım, ev eşyasının aynısının evimde mevcut olduğunu gördüm ve boş yere satın aldığımı anladım” dedi. “Kapitalizm öyle bir şey ki, insana ihtiyacı olmayan ve kullanamayacağı bir ürün ve eşyayı sırf indirim ayaklarıyla aldırır.”
Kapitalizm en çok şehirlerde yaşanır. Kapitalizm çok şükür köylerimizde mevcut değil. Ya da çok fazla yaygın değil. Zaten yaygın olsa da köylerimizdeki vatandaşlarımızda para yok. Köylü vatandaşlarımız, 10 TL’lik bir ürünü alırken 10 kere düşünüyor, şehirlerimizdeki birçok vatandaşımız 1000 TL’lik bir ürünü alırken, 1 kez dahi düşünmüyor. Köylerimizdeki vatandaşlarımızdan çok şehirlerimizdeki vatandaşlarımız kapitalizm, tüketim çılgınlığı ve marka bağımlılığının girdabına düşmüş, bir suyun sanki lavabonun giderinden içeri çekilmesi gibi, sürüklenip gidiyor. Allah yardım etsin.
Yazımın başlığında yer alan “Köylüler:Fakir ve Kanaatkâr/Şehirliler:Zengin ve Kanaatsiz” tanımlaması ve tespiti elbette yüzde yüz doğru değildir. Elbette 2 kere 2, dört eder derecesinde kesin değildir. Bu kesinlik ancak matematik bilimlerinde olur. Sosyal bilimlerde böyle yüzde yüz doğruluk ve kesinlik sözkonusu olamaz.
Ancak şurası da bir gerçektir: “Köylerimizde fakir ve kanaatkâr insanlarımız mutlu ve huzurludur. Şehirlerimizdeki kanaatsiz ve tüketim çılgınlığına düşmüş vatandaşlarımız ise mutsuz ve huzursuzdur.”  Mutluluk ve huzurun yolu kanaatten ve az tüketmekten geçer, vesselam.