Herkesin takip ettiği diziler ağı aile meclislerini baltalamakta ve gözümüzü alamadığımız sihirli kutu eşlerin yakınmalarına temel oluşturmakta adeta.Bayanların ortak yakınmaları şu değil midir:Eşim akşam eve geliyor, kumanda elinde ve hiç duymuyor söylediklerimi.Bir şey paylaşamıyoruz, sorunlarımızı konuşamıyoruz”¦ Ziyarete gitmekteyiz komşuya ve komşunun dizisi vardır o akşam takip ettiği.Üç beş kelime konuşamadan, iyiyi güzeli paylaşamadan ziyaret sona ermekte ve tutmaktayız evimizin yolunu. Hatırlıyorum da çocukluğumu oyunlar oynardık mahalle aralarında.Koşardık, saklambaç oynardık, futbol oynardık, çelik çomağın sapında çocukluğumuzu fırlatırdık uzaklara ve koşardık peşinden nefesimiz tıkanana kadar. Şimdiki çocuklar beton yığınlarının arasında maalesef sıkıştırmışlar çocukluğunu, umutlarını, hayallerini.Bizim oynadığımız oyunların adını bile duymadan SBS'nin peşinde koşturarak yaşamaktalar.İşte bu noktada onların tek eğlence kaynağı kalıyor ellerinde:Televiz yon.Biz anne babaların da işine geliyor sanırım onların televizyonla oyalanması. Her günün akşamına iki diziyi sıkıştıran tv kanalları edebiyatımızın başyapıtlarının da suyunu çıkartmakta.Aşk-ı Memnu isimli kitabın yüzünü bile görmeyen çocuklarımız o güzelim eseri Bihter ile Behlül'ün yasak aşkına sıkıştırmış; aynı şekilde Yaprak Dökümünden bir cümle bile okumayan çocuklarımız onurlu bir adamın mücadelesini görmez de Leyla'da Şevket'te takılıp kalırlar. Geçen gün küçük bir hikaye okumuştum:İş hayatının yoğunluğu nedeniyle çocuğuna yeterince zaman ayıramayan bir anne kızı ile beraber bir oyuncakçıya giderler.Durumu anlayan oyuncakçının verdiği cevap çok manidardır.Oyuncak ayıcığın, bebeğin vs. olduğunu söyler fakat henüz oyuncak bir annenin icat edilmediğini ve edilemeyeceğini söyler! Çocuklarımızı ihmal ediyoruz.Televizyonun sihirli dünyasında umutlarını, hayallerini hapsetmekteyiz. Televizyon henüz dostluğu, annenin, babanın yerini tutamadı ve tutamayacak da!