Bir defa Hayriye dediğinde ağzından bin kez Hayriye çıkan Ramazan, şimdi bir defa Hayriye diyordu ve boğazında bir şeyler düğümlenip kalıyordu. Hayriye'nin ismini dağlara taşlara, mezarı başında gözyaşı döktüğü kabirde yatanlara haykırmak istiyordu ama boğazından ses çıkmıyor, dudakları Hayriye'nin ismine geçit vermiyordu. Sadece onu ne kadar çok sevdiğini söyleyebiliyordu: ”” Ama ben onu çok sevmiştim! Ramazan Dede ve Hayriye Nine, Anadolu'nun bozkırında buğday tarlasında sevdalanmışlardı birbirlerine. O vakitler Ramazan yirmili yaşlarda yiğit bir delikanlıydı. Tarlayı sürerken, komşu tarlada selvi boylu, köylü güzeli Hayriye'ye göz ucuyla bakıyor ve toprağı aşkla savuruyordu. Sabanıyla tarlanın bir ucundan bir ucuna toprağı hamur gibi yoğururken, her fırsatta Hayriye'nin ilgisini gözlüyordu. Çok yorulmuş, iyice susamıştı. Sabanıyla komşu tarlaya yaklaştığında kendisine bir fırsat vermek istedi. Hayriye, babası için toprağa serdiği sofrayı topluyordu. Bütün cesaretini topladı ve sevdiği kıza seslendi: ””Çok susadım, bir su verir misin Hayriye? Hayriye'nin yanakları al al olmuştu. Hayriye, testiden bir bardak su doldurdu lakin sudan önce al yazmasını verdi Ramazan'a: ””Çok terlemişsin, al bununla silersin. Ramazan, al yazmayı aldı ama terini silmedi. Al yazmayı, burnuna götürüp öyle bir kokladı ki, ciğerleri Hayriye doldu sanki. Bir elinde al yazma diğer eliyle suyu içti ve gözleriyle Hayriye'ye aşkını ilan etti. Ertesi gün, daha ertesi gün hep tarlada görüştüler. Sonunda Ramazan, Hayriye'ye evlenme teklifinde bulundu, kendi usulüne göre: ””Kız Hayriye, akşama anamı babamı gönderecem size. Seni istetcem. Bana varacan mı kız Hayriye? Hayriye, hem utanmış hem de sevinmişti. Bu defa yanakları, gerçekten al al olmuştu. ””Babam bilir. Bu sözün, aslında evet olduğunu biliyordu Ramazan. O akşam, anasını ve babasını Hayriye'yi istemeye gönderdi. Kız evi naz evi, biraz düşündükten sonra yüzükleri taktılar Hayriye ve Ramazan. Yalnız düğün, hasattan sonra yapılacaktı. Olsun, beklerlerdi altı yedi ay. Nihayet öyle oldu. Harman, hasat derken ambara tahıl girdi, cepleri para gördü. Ve beklenen gün geldi. Çok güzel bir köy düğünü yaptılar. Düğün yemeği, bulgur pilavı ve yayık ayranı idi. Ramazan ve Hayriye, çok uyumlu bir çift oldular. Evde, bahçede, tarlada, hayatı birlikte omuzladılar. Bir kız, iki erkek çocukları dünyaya geldi. Ellerinden geldiği kadarıyla, çocuklarını yetiştirmeye, onlara iyi örnek olmaya çalıştılar. Çocukları, kimi istiyorlarsa onlarla evlendirdiler. Torunları oldu. Torun sevgisinin, evlat sevgisinden daha güçlü bir duygu olduğunu tattılar. Hayat, onları eskitti ama birbirlerine olan sevgilerinden bir şey eksiltemedi. Öyle ki, Ramazan Dede yetmiş beş yaşına geldiği halde Hayriye Ninenin gözlerine ilk günkü gibi, tarlada kendisine su veren kızın gözlerine baktığı gibi bakardı. Hem al yazmayı hala gözü gibi saklıyordu. Ramazan Dede, terini silmeye kıyamadığı al yazmaya, şimdi gözyaşlarını siliyordu. Hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Cenaze yıkanırken, cenaze namazı kılınırken, toprağa gömülürken dudaklarından hep aynı sözler dökülüyordu: ””Ben onu çok sevmiştim! Çocukları, torunları, komşuları Ramazan Dedenin başında, kendisini teselli etmeye çalışıyorlardı. Lakin Ramazan dedenin dudaklarından hala aynı sözler dökülüyordu: ””Ben onu çok sevmiştim! Hayriye Nine, son yolculuğuna uğurlanmıştı artık. Mezarına konmuş, üzerine toprak örtülmüş, başına mezar taşı dikilmiş ve dualar okunmaya başlanmıştı. Mezarı başında toplanan herkes, duaya ortak olmuş, haklarını helal etmişlerdi. Hoca efendi, duasını bitirdikten sonra, komşuları Ramazan Dedeye ve yakınlarına başsağlığı dilediler ve kabristandan ayrıldılar. Ramazan Dede, hala aynı cümleyi söylüyordu: ””Ben onu çok sevmiştim. Bu defa hoca efendi yaklaştı Ramazan dedenin yanına. Elini omzuna koydu ve şefkatle seslendi Ramazan Dedeye: ””Ramazan Dede, başın sağ olsun. Hayat arkadaşını kaybettin. Çok zor bir durum ama yeter artık. ””Hoca efendi, ben onu çok sevmiştim. ””Tamam, Ramazan Dede, çok sevdin ama”¦ ””Anlamıyorsun hoca efendi! Ben onu çok sevmiştim. ””Anlıyorum Ramazan Dede. ””Anlayamazsın hoca efendi! Ben onu çok sevmiştim ama bir kere bile seni seviyorum dememiştim! Sevdiklerimize sevgimi söylememize türlü türlü engel var. Bazen ağır abi olmak, taş fırın erkeği olmak, hanım efendi olmak, kendini ağırdan satmak, sevginin suyunu çıkarmamak, utanmak, çevreden çekinmek, içinden sevmek, şımartmamak”¦ Mazeretin adına ne derseniz deyin, hiçbir şey sevgiye ve sevgiyi dillendirmeye engel olmamalı. Gün gelir sevdiğinizi haykırmak istersiniz ama kulağına fısıldayacak kimseyi bile bulamazsınız. Tıpkı Ramazan Dedenin, Hayriye Nineyi bir ömür boyu coşkuyla sevip de bir defa seni seviyorum diyemediği gibi. İçinde yaşadığımız toplumda genel olarak sevgimizi, içimizde yaşatmak esastır. İçinden sevmek ve şımartmamak adına utangaç duyguların kurbanı oluruz. Hatta işi biraz daha abartıp konu ile ilgili anlatılan fıkralara sarılırız. Otuz senedir evli bir çift birbirine sevgilerini pek söylemezlermiş. Kadın durumdan şikâyetçi olmuş: - Ya bey! Otuz sene önce evlendik, bana bir defa seni seviyorum demiştin. Bir daha asla söylemedin? -Daha iyi işte. Demek ki hala sözüm geçerli. -Nasıl yani? -Otuz seneden bu yana eğer fikrim değişseydi bunu sana söylerdim. Düşüncem değişmediğine göre hala seni seviyorum demektir. İnsanın sevgilisine, yavuklusuna, nişanlısına, eşine, hayat arkadaşına “seni seviyorum” diyebilmesi güzel bir davranıştır elbette. Lakin işi sadece aşk boyutu ile yakalayıp, insani sevgiyi arada kaynatmamak gerekir. Kardeşimize, anne ve babamıza, çocuklarımıza ve hatta arkadaşlarımıza, tebessümle gözlerinin içine bakarak, ağzımızı doldura doldura “seni seviyorum” diyebilmeliyiz. Ve bunu ertelemeden, hemen yapmalıyız. İş işten geçmeden yapmalıyız. Sevgiyle kalın!