Bunun gibi, sinemadaki vizyon filmlerinden de haz almadığını belirtmiş. Genel olarak son dönemlerde üretilen eserlerden zevk alamadığını dile getirmiş. Sanırım, meşhur Yazar da, bu hâl yeni başlamış. Ben de bu hâl çok çok önceleri başladı. Hatta kendime de kızıyordum. Kendi kendime, “ya herkesin sevdiği bu şiiri, bu filmi, bu eseri sen niye sevmiyorsun” diyordum. Bu düşünceden dolayı, hep eski filmleri izliyor, hep eski şiirleri dilime pelesenk ediyor, eski romanları okuyordum. Bu düşünceler içerisindeyken şunu fark ettim. Bu yeni sanat eserlerinde, bir şey eksik, o da “ruh”. Sanırım ondan dolayı sevmiyorum diye kendime hak vermeye başladım. Bir Arap Atasözü şöyledir: “Bir sözü kâlpten söylerse, ta kâlbe kadar tesiri olur. Eğer dilden söylersen, kulaktan öteye geçmez” der. İşte işin sırrı burada. Şimdiki sözüm ona sanat eserlerinde, şiirlerde, filmlerde, romanlarda ve diğerlerinde, bir samimiyet ve içtenlik göremiyorum. Tabi, hepsini kastetmiyorum. Çoğunda göremiyorum. Adam, TV Dizisi çekiyor, asıl derdi, reyting, para-pul, her şey yapmacık. Bu nedenle, hiçbirisi eski TV dizileri olarak kâlbimizde yer etmiş olan, Küçük Ağa, Bizimkiler, vb gibi dizilere yetişemiyor. Günümüzde de komedi filmleri çekiliyor. Birkaç ay adından söz ettiriyor ve unutulup gidiyor. Kemal Sunal'ın filmleri ise unutulacak gibi değil. Şimdi burada, Kemal Sunal'ın filmlerini basit bulanlar olabilir. Ben burada basitliğini, karmaşıklığını tartışmıyorum. Samimiyeti ve samimiyetsizliği, reyting için çekilen filmleri ve reyting kaygısı olmadan çekilen filmleri tartışıyorum. Gelelim şiirlere. Aklına geleni, aklına geldiğince sayfalara rastgele döküp, şiirlerinde diyar diyar gezen, kıvrak cümlelerle, havada kaypak sözler uçuşturan ve yapamayacağı şeyleri söyleyen şairleri okuyup da zevk alanlar var mı? Fakat, “sözüm odun gibi olsun, yeter ki hakikat olsun” diyen bir Mehmet Akif Ersoy'u ve diliyle değil kâlbiyle konuşan Yunus Emre'yi, Mevlana'yı, Necip Fazıl'ı ve benzerlerini çağlar, asırlar geçse de okuyacağız İnşallah. Evet, bu toplumda gözle görülür ve net olarak hissedilir bir şekilde samimiyetsizlik hakim. Samimiyetsizliğin hakim olduğu bir toplumda, güzel şiirler söylenebilir mi, güzel romanlar yazılabilir mi, iyi ve kaliteli filmler çekilebilir mi? Bu toplumda şöyle bir ilke geçerli artık. O da, “menfeat yoksa, selam da yok”. Aynı, Fuzuli'nin söylediği gibi; “selam verdim, rüşvet değildir diye almadılar”. Ah, Fuzuli ah, gene döndük dolaştık aynı yere geldik. Ah Mehmet Akif Ersoy ah, “Ya Rabb, bir hilal uğruna ne güneşler batıyor” diye haykırdın. Ne mutlu ki, “öyle bir toplumda yaşadın. Ya şimdi biz ne yapacağız. Biz şiirlerimizi yazarken, “Ya Rabb, nice menfeatlar uğruna, nice güneşler batıyor” diye haykırmak durumundayız. Durum bu. Durum çok açık ve net. İşin garibi, kimse toplumdaki bu bozulmayı görmüyor. Bir hengâmedir gidiyor. Bürokratı “koltuk” derdinde, işadamı “rant” peşinde, politikacısı “saltanat” derdinde, vatandaşı “rahat” peşinde koşarken, Bize de ““bir menfeat uğruna Ya Rabb ne güneşler batıyor” diye haykırmaktan başka bir söz kalmıyor. Toplum menfeat toplumu olmuş. Kim derdi ki, “bu Hilal Toplumu, gün gelecek Menfeat toplumu” haline gelecek. Heyhat ki heyhat, bu hâle geldik işte. Bu Ramazan-ı Şerif'te bunları yazmak istemezdim. Fakat, “dost acı söyler”. Kimse gocunmasın, kimse alınmasın durumumuz bu kadar ki acı.