Anıl Nart Kalmuk
    
Doğa ile iç içe olan biz insanlar için önem arz ettiğini düşündüğüm bir olay üzerinde durarak öznel tutumumla bir tartışma yürütmeye çalışacağım.
    
Seyretmiş olduğum belgeselde iki çeşit arı türü mevcut idi. Bal arıları ve eşek arıları. Eşek arıları güçlü ve yapıca bal arılarından büyük olduklarından ötürü bal arılarına saldırıp onları öldürüyor, yaşam alanlarını talan ediyorlardı. Öncelikle Avrupa Bal Arıları' na saldırdılar ve onları yok ettiler ve sırasıyla diğer bal arılarını. Sonrasında sıra Japon Bal Arıları'na gelmişti ve tüm zalimlikleri ile Japon Bal Arıları'na saldırıya geçtiler. Ancak Japon Bal Arıları yöntem olarak üç-beş gözcü yerleştirdiklerinden, tehlikeden önceden haberdar olabiliyorlardı ve gözcüler sayesinde kolektif bir savunma ile kendilerini koruyabiliyorlardı. Sonuç olarak eşek arıları bu tedbirli ve güçlü bir arada yapı karşısında bir şey yapamadı ve kaybetti. Japon Bal Arıları'nın yaşamalarını olanaklı kılan şey örgütlülüktü. Örgütlülük !!!

1960'lar ile beraber şehirlere göç eden Çerkesler, şehirlerde dernekleşme yoluna gittiler. Değerli büyüklerimizin insanüstü çabaları sayesinde ve tüm baskılara rağmen dernekleşen Çerkesler, derneklerde kültürlerini yaşatma gayesi taşıdılar ve birbirlerinden kopmamak adına böyle bir refleks geliştirdiler. Dernekler biz Çerkesleri bir araya getiren bir üst çatı, ev oldu. İlerleyen süreçte vahşi kapitalizmin daha da artması, emperyalizmin emelleri doğrultusunda bireyin yok edilmesi, Türkiye'nin geçirdiği özel dönemler, topraklarından çok çok uzaklara savrulan bir halkın savunma iç güdüsü ile çocuklarını sadece " Kafe-Yefe" çıkmazına sürükledi. Bununla beraber artan Amerikan tarzı hayat biçimi, popüler kültürün dayatılması, kültürel erozyonlar vb. durumlar, ardından gelen ve toplumun üzerinden dozer gibi geçen 12 Eylül 1980 Darbesi. 1990'lar ile beraber tekrardan kendine gelmeye başlayan toplumsal-devrimci hareketin biraz nefes alması, 2000'lere gelindiğinde ise yükselen faşist bir iktidar sonunda Türkiye tarihindeki en önemli halk hareketini meydana getirdi, Gezi Çocukları'nı. Daha da önemlisi sosyolojik açıdan bir tespit yapılması gerekirse 68 ve 78' lerden sonra bir kuşak tanımı ortaya çıktı, 90 Kuşağı.

Buradan hareketle, Çerkes toplumu özelinde de ele aldığımızda şehirleşme ile beraber dernekleşen bizler 50 senede de olsa birinci aşamayı artık tamamlamış bulunmaktayız. Bundan sonraki süreç, değişen dünya koşulları ve dayatılan yok edilme, imha politikalarına maruz kalan bir halk olarak buna tam karşı cepheden bir cevap vermektir. Halkın çocukları olarak bizler, halkımıza dair sorumlu olduğumuz bütün görev ve ödevleri yerine getirmekle hükümlüyüz. Düşünün ki, dünya üzerinden yeterince örgütlü olamayan iki halk mevcut. Biri Çingeneler, diğerini bilen biliyor..

Artık zaman ve yaşananlar bizleri öyle bir noktaya getirdi ki, çok ciddi ve bütünlüklü olarak bir halkın kendi hareketini doğurmasına sevk etti. Buradan çıkışla halkımıza karşı olan sorumluluklarımızın farkına vararak; nasıl bir 90 Kuşağı' ndan söz edebiliyoruz, bizler de bu coğrafyanın insanları olarak ve kendi özelinde Çerkes Toplumunun 90 Kuşağı olarak tarihsel bir dönüm noktası yaratmalıyız. Başta anlattığım belgeseli düşünecek olursak, halkımızın tek kurtuluşu ve halkların tek kurtuluşu örgütlülüktür ve örgütlü mücadele etmektir ve de tarihsel süreç bunu dönem dönem doğrulamıştır.

Evet, Japon Bal Arıları, gözcüler sayesinde ve kolektif bir savunma ile kendilerini koruyabiliyorlar.. Çoğunluk önemli elbette ama yoğunluk çok şey demektir. Yani, nicel gelişim kadar nitel gelişimi gözetmeliyiz en az Japon Bal Arıları kadar. Doğru zamanda doğru yerde olanların niteliği, nicel gelişimin varlık koşuludur.

Unutmayalım ki, bir çiçek ile bahar gelmez fakat her bahar bir çiçek ile başlar.

Ne güzel bir çiçeksin sen be kardelen.. Ve o gözcü arılar.. “Bizim çocuklar””¦