Yukarıda yazılmış iki beyit birbirinden farklı, ama her anlamda farklı iki şairimize aittir. Birisi İslam'ın değerlerini ön plana çıkaran diğeri sosyalizm değerlerini ifade eden fakat ikisi de aynı coğrafyanın yetiştirdiği ve şiire hakkını veren şairlerdir. Hür olma fikri bizde birçok kişi tarafından farklı bir şekilde ele alınmış ve işlenmiştir. Her dönemde hükümdarlara, zalim yöneticilere, idarecilere, otoritelere, erg'e karşı söylenen ve hür sayılmanın gösterge örnekleri de çoktur insanlık tarihinde. Bilal'ın kendisiyle birlikte bütün mazlumların hür olması için, üzerinde hükümran olana karşı söylediği söze karşılık gördüğü insanlık dışı davranışlara rağmen verdiği cevap: -Allah birdir. Allahın bir'liği ile ilgili başka seni kızdıracak ne bilsem, onları da söylerdim, ifadesiydi. Mehmet Akif hür olmak arzunu ilk başlangıçta yazdığımız gibi ifade etmiştir. Köroğlu hür olmayı arzulamıştır ve bu arzusunu şu sözlerle ifade etmiştir:”˜ferman padişahınsa, dağlar bizimdir'. Başka bir değerli insan, hür ve bağımsız olayı şöyle özetlemiştir: ””Kanaat tacını giydikten sonra ne sultana minnet, ne han'a minnet. Namık kemal hür olabilmenin ve hürriyetin önemini şu sözleriyle ifade etmiştir: ””Ne efsunkâr imişsin ah ey didar-ı hürriyet. Kemal Atatürk: -Özgürlük ve bağımsızlık benim karakterimdir, demiştir. Kısacası, belki de yeryüzünde yaşayan herkes mutlaka hür, bağımsız, özgür olmak istemiştir. Ama bunlardan çok azı özgürlüğü ya da hür olmayı çok daha fazla istemiş olacak ki, hür ve bağımsız olmak için ortaya çok büyük mücadele örneği de koymuştur. Acı olan şu ki; özgür ve hür olabilmek için mücadele verenler, bir gün kendileri elde ettikleri hegomanyaya, eğemen güce, otoriteye, erge karşı, özgürlük ve hür olmanın mücadelesini vermeye devam eden başka insanları karşısında bulmuşlardır. Bu bağlamda insanlar mutlaka bulunduklara tarafa göre şekil alma mecburiyeti hissetmişler adeta. Gerçek hür olmak isteyenleri bu istisnanın dışında kaldığına tüm insanlık şahit olmuştur. Fakat sürekli erg sahipleri, yönetilen ve yönettikleri halka, nedense hür olmayı ya da özgür olmayı çok görmüşlerdir. Aslında bunun adı zulüm, uygulama sahibine zalim, etkilenen ise mazlum kavramlarının içerisinde adlandırılır. Nedense erg ve uygulama sahibi sürekli olarak kendisini terbiye edici, ıslah edici, düzeltici, düzenleyici görür veya etrafında bulunan çıkar sahibi kişi, kurum, kuruluş, cemiyet, cemaat ve parti de bu safsataların, doğruluğunun borazanlığını yaparlar. Osmanlı imparatorluğu döneminde, özellikle Sultan Abdülhamit'in idaresinin yaşandığı dönemde ve biraz daha sonrasında hür ve özgür olmak isteyenlere bir bakalım. Bunlar, Namık Kemal, Tevfik Fikret, Nazım Hikmet, Mehmet Akif, Mustafa Kemal, B. Sait Nursi gibi isimler ve niceleri. Bunlar, bulundukları dönemi istibdat olarak düşünürler ve karşı gelmenin elzem olduğunu savunurlar. Amaçları hür, özgür ve bağımsız olmaktır. Zaman gelir Osmanlıdan azade olurlar ama ne hikmetse kısa bir süre sonra, başta Mehmet Akif hür, özgür ve bağımsız olmak için Anadolu'dan başka diyarlara hicret etmek zorunda kalır. Bediüzzaman ise Anadolu'dan ayrılmaz hür olabilmek, hür adam olabilmek için çok büyük mücadeleler verir. Ömrünün büyük bir kısmını hür adam olarak cezaevi ve sürgünlerde geçirir, dışarıda ya da sürgün edilmeyen ama hür olmayan adamlara inat. O çok iyi bilir, dışarıda kalarak hür olmayan adam olmaktansa cezaevi içinde hür adam olmanın evla olduğunu. Bunun için ah vah etmez. Bulunduğu cezaevini ”˜Medreseyi Yusufiye' olarak görür. Kendisiyle beraber olanlarla birlikte bu ortamlardan yeterince faydalanır. Kişiliğindeki hür adam olma fikri sürekli ağır basar. Eyvallah etmez, zulüm fiilini işleyen, zulüm sahibi zalime. Ama kendisini de, dışarıda olup ta hür olmayan adamlar gibi mazlum olarak ta düşünmez. Onun cezaevi ve sürgün hayatı sürekli birilerini rahatsız eder. Çünkü erg sahibinin düşünceleri ve uygulamalarıyla barışamaz. Kabullenemez. Ben sizin uygulamalarınızı kabul görüp sevemedim. Bana ilişmeyiniz, ben sizin siyasetinizden uzağım der sürekli. Dönemin otoritesine ve imansızlaşmasına karşı yazmış olduğu İmani ve ilmi eserleri neşredip çoğalması için gayret ve emek vermeye devam eder. Ve nihayet ebedi hayata irtihal eder. Neşrettiği eserlerin yanında, yaşarken olduğu gibi naşı bile birilerini rahatsız eder. Sağlığında çektiği acı dolu hayatı, ne acıdır ki, naşına da misliyle reva görülür. Ve nitekim gün oldu devran döndü. Birileri hür adamı ve mücadelesini beyaz perdeye aktardı. Bir kısmı izlediği bu filmi göklere çıkardı. Bir kısmı, film içindeki kişilik kıyaslamalarına takıldı. Kimisi, kim alt kim üst tartışmalarına dâhil oldu. Kimisi üstad kabul ettiği mazlumun yaşadığı olaylardan dolayı gözyaşı döktü. Kimisine göre bu alanda yapılmış ilk olarak değerlendirildi. V.s, v.s. Belki de Bediüzzamanın yaşadığı olumsuzlukların sadece bir kısmı aktarıldı. Aktarılabildi. Belki de bir filmlik değil de dizi haline getirilmeliydi bu yaşam. Ülkemizde yüz elli sayfalık bir roman bile yaklaşık seksen, doksan sayıda dizi haline getirilebiliyorsa binlerce sayfalık kitap yazan birinin hayatından neler çıkmazdı ki? Asıl önemlisi ”˜Hür Adam' olarak kalmayı kendisi için gaye edinen bir hayattan belki de, neler çıkarılırdı neler. Bu filmi, çok dikkatli olarak seyreden birisi olarak diyorum ki: Hür adam filmini çekebilmek için, önce birçok düşünceden hür ve müstağni olmak zorundasınız. Ve hür adamı kendi düşüncelerinizin içine hapsetmeyeceksiniz. Büyük ve tanınmış insanların kaderi şu dur ki; her kesler kendi penceresinden bakar ve kendi penceresiyle değerlendirir bu insanı. Risale-i Nur talebelerinin her grubu da üstadı kendi bakış açıları ile değerlendirir ve sınırlandırır. Üstat bu sınırlamaların hiç birine sığmaz. Belki de tamamının düşünce toplamına da sığmaz. Bu filmi Fethullah Hoca tarafı yapsaydı, farklı biri, Yeni Asya grubu yapsaydı farklı biri, Med- Zehra grubu yapsaydı çok farklı bir ”˜Hür Adam' görürdük karşımızda. Bu tahlillerden yola çıkılarak çok rahat şunları söyleyebiliriz; Bediüzzaman, bir filmin içine sığmayacak biridir, bir. Bediüzzamanı, film olarak çekebilmek için, onun gibi düşünebilmek gerekir, iki. Bediüzzaman kesinlikle ırkçı, milliyetçi biri değildi ama o, kendi ifadesi ile Saidi kürdi idi. maalesef tek bir kelime dahi Kürtçe konuşturulmadı, üç. Bediüzzaman gerçekten Türkleri çok severdi ama neden bu kadar fazla olarak Türk hayranı olarak gösterilmeye çalışılmış, anlayamadım, dört. Cezaevinde kendisini ziyaretine gelen ve muhtemeldir ki, hiç Türkçe bilmediği için Kürtçe konuşan validesinin konuşmalarına ısrarla Türkçe cevap vermesine hiçbir anlam veremedim, dört. Şeyh Said isyanından dolayı, kendi bulunduğu bölgeye sürgüne gönderilenlerin hallerine bakıp acıma ve üzülme hissiyatını dile getirirken, kendisi de sürgünde değil miydi? Beş. Filmin sonuna doğru, kendisi sarıklı iken, özellikle talebelerini melon şapka giymiş olarak göstermek, hangi kabullenmenin göstergesiydi, anlayamadım, altı. Düşüncelerden, fikirlerden, çekintilerden hür ve müstağni olmadan, olamadan asıl önemlisi hür adam olamadan, daha da önemlisi çok büyük maddi yatırımlar gerekirken bundan daha güzel ”˜hür adam' filmini çekebilmek çok zor bir olay olsa gerek.