Evlendikten iki sene sonra yaşamlarına üçüncü bir insanın ortak olmasına karar verdiler ve nur topu gibi bir kız çocuğu dünyaya geldi. Çocukları kendilerine yarenlik etsin düşüncesiyle ismini Yaren koydular. Mutlulukları daha da artmıştı. Evliliklerinin meyvesini kucaklarına aldıklarında birbirlerine yarenlik ediyorlardı: -Gözleri tıpkı sana benziyor Sıla. -Ay şu ağzına, burnuna baksana hık demiş burnundan düşmüş gibi Ozan. -Ya elleri kime benziyor? -Tabi ki sana benziyor. -Aman boş ver, kime benzediği önemli değil. Sağlıklı dünyaya geldi ya bahtı da güzel olur inşallah. -İnşallah, önemli olan zaten o. Hem Sıla'nın hem de Ozan'ın ailesi, çocuklarının mutluluğu ile yakından ilgileniyorlar ve her türlü ihtiyaçlarını gidermeye çalışıyorlardı. Hatta o kadar çok ilgileniyorlardı ki, Ozan ile Sıla bu ilgiden dolayı sıkboğaz ediliyormuş gibi bir hisse kapılıyorlardı. Anne ve babalarına saygısızlık etmek istemiyorlardı ama rahatsız olduklarını da ima ediyorlardı. Sıla'nın annesi her gelişinde elinde poşetler, bebeğe ait hediyelerle geliyordu. Ozan'ın annesi de ondan geri kalmıyordu. Biberonlar, hazır bezler, mamalar, künyeler, küpeler”¦ Her şeyi düşünüyorlar ve her şeye müdahale diyorlardı. Zaman zaman birbirlerine imalı sözler söylüyorlardı. Ozan'ın annesi farklı marka bir çocuk bezi almış, Sıla'nın annesi ise daha farklı bir marka çocuk bezi almıştı. Markadan dolayı tartışmaya başladılar. Ufaktan ufaktan başlayan tartışma gittikçe büyüdü ve birbirlerine hiç söylenmeyecek sözler söylediler. İncir çekirdeğini doldurmayacak sebeplerden dolayı aileler birbirlerini incitmişlerdi. Ama bu arada asıl sorunu Sıla ve Ozan yaşıyorlardı. Annelerin babaların arasında kalmışlardı. Senin annen, benim babam sözcükleri ile başlayan cümlelerin ardı arkası gelmiyordu. Durduk yere birbirlerine bağırmaya başlamışlar, huzurlu ve mutlu günlerini özler olmuşlardı. Önceleri Ozan, işten çıkınca doğru evin yolunu tutardı. Oysa şimdi, yatacağı zamana kadar eve gitmiyordu. Eve vardığında ise Sıla'nın ve Yaren'in yüzüne bakmadan yatağa giriyordu. Çoğu zaman sabaha kadar uyuyamıyordu. Sıla'nın durumu da pek farklı sayılmazdı. Olumsuz gidişata dur demenin zamanı gelmişti. İkisinden birisi yuvayı kurtarmak için esnemeliydi. Bu asil duruş Sıla'dan geldi. Geç saate kadar Ozan'ın dışardan gelmesini bekledi. Nihayet Ozan geldiğinde onu güler yüzle karşıladı ve yanına oturmasını istedi. Elinden tuttu ve sordu: -Bize ne oldu Ozan? Büyük aşkımız nasıl bu hale geldi? Ozan, Sıla'nın yüzündeki ve sesindeki içtenliği görünce dayanamadı ve o da samimi davrandı. -Ne olduğunu bilmiyorum ama hiç iyi şeyler olmadı. Bu hale gelmemek için daha çok çaba göstermeliydik. Sevgimizi beslemeliydik. -Haklısın. Sevgimizi beslemeliydik. Ama hala yapabileceğimiz şeyler vardır. -Mutlaka vardır. Sahi bir şey soracağım. Ailelerimizi dışarıda bıraktığımız zaman bizim derdimiz ne? -Derdimiz yok. -O halde? -Ne demek o halde? -Şu demek oluyor, ailelerimizi dışarıda bırakıyoruz. -Nasıl yani? -Ailelerimiz birbirleri ile geçinmeyi öğreninceye kadar evimize almıyoruz. -Pes doğrusu! Annelerimizi, babalarımızı evimize almayacak mıyız? -Aynen öyle canım. Torunlarını göstermeyeceğiz. -Nasıl olur bilmem ki? -Kararlı olursak olur. Ama yüzümüzü yumuşatıp gevşemek yok. Torunlarına dayanamayıp birbirleri ile iyi geçinecekler ve bizim huzurumuzu da bozmayacaklar. -Tamam, o zaman! Ailelerini aradılar ve kararlarını bildirdiler. Aileler çok şaşırmıştı. Şok olmuşlardı. Birkaç gün çocuklarının tavırlarına isyan ettiler ama torun sevgisi ağır basınca yelkenleri suya indirmek zorunda kaldılar. Biraz zorla da olsa aileler birbirleri ile anlaştılar. Çocuklarına ve torunlarına hasret kalmamak için iyi geçinmeye özen gösterdiler. Bu duruma en çok sevinenler ise Sıla ile Ozan oldu. Aile içi iletişim sağlarken, özellikle yeni evli çiftlere karşı anne ve babaların koruyucu tavrı yarar sağlamak yerine zarar verebiliyor. Çocuklar kaç yaşına gelirse gelsin, anne ve babalarının gözünde hala çocuk olarak kalıyorlar. Ama unutulmaması gereken bir husus var ki, kendi çocuklarımız bile olsa onların bir birey olduğunu kabullenip özel yaşamlarına saygı duymak zorundayız. İnsanlarla iletişim kurarken; sevginin, aşkın, samimiyetin gelip geçici duygular olarak yaşanmasını istemiyorsak, saygı unsurunu asla ihmal etmemeliyiz. Özellikle eşimizle ve çocuklarımızla diyalog kurarken karşılıklı saygı kurallarına mutlaka özen göstermeliyiz. Karşılıklı saygı, ilişkilere resmiyet kazandırmak demek değildir. İlişkileri uzun soluklu yaşamak ve yaşatmak için gerekli bir unsurdur. İnsanların birbirlerine karşı saygılı davranmaları demek; sadece sözcüklere özen göstermek ve özel anlamlar yüklemek demek değildir. Sözlerin kişiler üzerindeki etkisi küçümsenemez. Ama davranışların, tutumların sihirli gücü ise hiç göz ardı edilemez. Bu nedenle özümüzle sözümüzü bir eylemeli, kendimize ve çevremize karşı duyduğumuzu ifade ettiğimiz saygıyı davranışlarımıza yansıtmalıyız. [B]Yazara mesaj:[/B] [email protected] www.yusufyesilkaya.com [B]Not:[/B] [B]Bu yazı;[/B] www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com.tr , www.gencgelisim.com ve www.gelisimbahcesi.com [B] web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.[/B]