Yemyeşil bahçede, yeğenlerimin bir ağaçtan diğer ağaca geçmeleri, kuşlar gibi şen şakrak cıvıltıları, beton yığınları arasındaki esaretten kurtulmuşçasına özgürce koşuşturmaları görülmeye değerdi. Çocukların neşe içinde oyun oynamaları ve doğanın tadını çıkarmaları gerçekten çok harikaydı. Piknik denildiğinde mangal sefası olmazsa olmaz değil mi? Aile kalabalık olunca iş bölümü yapmak kaçınılmaz oluyor elbette. Kardeşler içinde en küçük ben olduğum için mangalı hazırlamak bana düştü. Bayanlar, mangalda pişecek malzemeleri hazırladılar. Salatalar yapıldı, sofralar hazırlandı ve afiyetle yemekler yenildi. Bütün aile bir arada yemek yemenin keyfi bir başka güzel oluyormuş sahi. Sofradan kalkınca herkesin gözü semavere dikildi. Piknik ortamında en güzel çay elbette semaver çayıdır değil mi? Mangalı yakarken semaveri de çalı çırpı ile tutuşturmuştum. Semaverin kazan kısmındaki su kaynayınca çayı da demledim. Karnı doyanların ilgisi mangaldan semavere çevrilmişti. Ağabeyim, yemekten sonra çayın hemen hazır olmasını ister. Yine aynı sabırsızlıkla sordu: ””Yusuf, çay nerde kaldı? ””Ağabey, çayı demledim ama izin ver biraz dinlensin. ””Hadi aslanım, biraz çabuk ol ya. Ağabeyimin beni sıkıştırdığını gören babam söze karıştı: ””Acele etmeyin oğlum. Çay dinlenmeden içilmez. Dinlenmeden servis yapılan çay çiğ kokar. Gerçek çay lezzetini almak istiyorsan biraz sabırlı olacaksın ve dinlenmiş çay içeceksin. Hem Yusuf'a da fazla yüklenmeyin. Elinden geleni yapıyor benim oğlum. Daha ne istiyorsunuz? Gerçeği ifade etmek gerekirse, babamın beni kollaması hoşuma gitmişti. Neyse çay dinlendi, servis yapıldı. Lafın harmanı edildi. Çok güzel bir günün sonunda herkes evine dağıldı. Ailemle birlikte çok güzel bir ortamı paylaşmanın tadı damağımda kaldı. Piknikten sonra eve vardığımda babamın sözleri hala kulağımda çınlıyordu. Beni şımartan ve bana destek olan ifadelerinin dışında, çay ile ilgili söylediği sözlere takılmıştım. “Çay dinlenmeden içilmez. Dinlenmeden servis yapılan çay, çiğ kokar.” İfadesi beynimde yankılanıyordu adeta. Ne var bunda, çok normal sözler bunlar demeyin. Bu sözlerin, normal sözler olduğunu ben de biliyorum ama bu sözlerden hareketle başka bir şeye takıldı kafam. Çay bile dinlenmeden içilmiyor da sözleri neden dinlenmeden söylüyoruz. Dinlenmemiş çay çiğ kokar diyoruz. Çiğ çay, içen kişiye gerçek çay lezzeti vermez diyoruz. Belki de mideye zarar verir diyoruz. Çayla ilgili kısım doğru ama ötesi var. Dinlenmeden söylenen söz, söyleyene ve muhatabına, gerçek muhabbet keyfi vermez. Dinlenmeden, düşünülmeden söylenen söz, muhabbete ve dostluklara zarar verir. Çayı süzekten geçirerek servis yaptığımız gibi sözlerimizi de filtrelerden geçirmeli, ölçmeli tartmalı ve öyle söylemeliyiz. Kırmamak, tamir etmekten daha kolaydır Söylediğimiz söz ile söylemek istediğimiz şey aynı mı? Ağzımızdan çıkan söz ile anlatmak istediğimiz duygu ve düşüncelerimiz bir biri ile örtüşüyor mu? Ya da sözlerimizden sadece anlatmak istediğimiz duygu ve düşünceler mi anlaşılıyor yoksa ifadelerimiz, başka başka anlamları da içeriyor mu? Bir adım daha ileri giderek Mevlana'nın, “Ne kadar bilirsen bil ve ne söylersen söyle. Söylediklerin, karşındakinin anlayabildiği kadardır.” İfadelerinde yer aldığı şekliyle, bizim sözlerimizden muhatabımız ne anlıyor? Fatih Sultan Mehmet, “Yerinde söz söylemesini bilen, özür dilemek zorunda kalmaz.” diyor. Eğer karşımızdaki insana, gerçekten anlatmak istediğimiz şeyleri sözle ifade edebilirsek, iletişimde başarılı olmuşuz demektir. Anlatmak istediğimiz başka, sözlerimiz başka ise; yanlış anlaşılmak kaçınılmaz olacaktır. Yanlış anlaşıldıktan sonra, doğru anlaşılma çabası ile durumu kurtarmaya çalışmak yerine, söz daha ağzımızdan çıkmadan yani o söz henüz bize ait iken düşünerek söylemek en güzeli değil mi? Atalarımız “Gündüz bakarak, gece çekerek konuş.” derler. Bir söz söyleyeceğimiz zaman o sözden etkilenecek etrafımızda kim ya da kimler var, çevremize bakarak konuşmanın gereğine işaret ediyor. Örneğin saçları dökülmüş bir insan ile ilgili “kel” sözcüğünü içeren bir laf ediyorsunuz. Bir de bakıyorsunuz ki karşınızda saçları dökülmüş birisi oturuyor. Sonra sazı elinize alıyorsunuz ve başlıyorsunuz çevirmeye: ””Efendim, kusura bakmayın. Ben sizi kastetmemiştim. Kimi kastederseniz kastedin. Neden insanların, özel durumları ile ilgili olumsuz sözler söylüyorsunuz ki? Kel diye laf ettiğiniz bir sırada sizi daha zor duruma düşürecek bir senaryodan bahsedebilirim. Siz kel, kel diye konuşurken etrafınızda kemoterapi gören bir kanser hastası olduğunu düşünün. Ne kadar hassas bir durumla karşı karşıyasınız değil mi? Bildiğiniz gibi kemoterapi tedavisi gören hastaların, bu tedavinin yan etkisi olarak saçları dökülüyor. Böylesine hassas bir ortamda siz ha bire “kel” diye konuşmaya devam edin. Ondan sonra da durumu kurtarmaya çalışın: ””Ya vallahi çok mahcup oldum. İnanın sizi kastederek söylememiştim. Söylediğiniz ile söylemek istediğiniz aynı mı? Ağzımızdan çıkan sözlerin, kimleri olumlu ya da olumsuz yönde etkileyeceğini hesaba katarak o sözleri ağzımızdan çıkarmalı ya da çıkarmamalıyız. Çünkü sözlerimiz ağzımızdan çıkana kadar bizim esirimizdir. Sözlerimiz ağzımızdan çıktıktan sonra, biz sözlerimizin esiri olabiliriz. Yanlış anlaşılmaların büyük çoğunluğu duygu ve düşüncelerimizi yanlış sözcüklerle ifade etmekten kaynaklanıyor. Diğer bir neden de karşımızdakini doğru anlayamamaktan ötürü gerçekleşiyor. Karşımızdakini neden doğru anlayamayız? Doğru anlayamamanın ve doğru anlaşılamamanın en büyük nedeni etkin ve empatik dinlememedir. Çok iyisin ama bir de dinlesen”¦ Toplum olarak konuşmayı çok severiz ama dinleme konusunda aynı başarıyı elde edemeyiz. Birisi karşımızda konuşurken, eğer karşımızdakine kendimizle ilgili saygılı bir imaj oluşturmak düşüncesindeysek, o konuşurken sözünün bitmesini bekleriz. Ama onu pek de dinlemeyiz. Sözünün bitmesini de sırf saygısız damgasını yememek için bekleriz. Karşımızdaki konuşurken yaptığımız diğer hata o konuşurken bizim ona vereceğimiz cevabı düşünüyor olmamızdır. Elbette cevap vermemiz gereken bir durum varsa cevap veririz. Ama önce bir dinleyelim. Ne demek istiyor, bir anlayalım. Eğer doğru anlarsak, biz de doğru cevap veririz. Karşılıklı yanlış anlama ve yanlış anlaşılma yerine doğru anlama ve doğru anlaşılma gerçekleşmiş olur. Muhatabımızı dinlerken yaptığımız en büyük yanlış belki de dinliyormuş gibi yapmaktır. Rol yapmaktır. Çok affedersiniz, insanları enayi yerine koymaktır. Dinliyormuş gibi rol yaparken bir de arada “ha ha” veya “hııııııı! Öyle mi?” şeklinde ünlemlerle yaptığımız rolü pekiştiririz. Ve karşımızdakinin bizim rol yaptığımızı, kendisini dinlemediğimizi fark etmediğini düşünürüz. Oysa yanılan biz oluruz. Rol yaptığımızı, beş yaşındaki çocuğumuz bile anlıyor. Çocukların bitmek tükenmek bilmeyen merakları vardır. Özellikle belli bir dönemlerinde sürekli soru sorarlar. Biz cevaplamaktan bıkarız ama onlar sormaktan bıkmazlar. Anne ve baba olmak zordur elbette. Ama çocuğunuza bari rol yapmayın lütfen. Dinliyormuş gibi yapmayın, dinleyin onları. Ve dürüst cevap verin. Anlayacakları şekilde gerçek cevaplar verin onların sorularına. Sakın geçiştirme cevaplar vermeyin. Yalan da söylemeyin. Çünkü çocuğunuza söyleyeceğiniz yalanlar ve geçiştirme cevaplar bir mutlaka karşınıza çıkacaktır. Rol yapmayın, kendiniz olun”¦ Konuştuğunuz insanı dinliyormuş gibi yapmayın. Gerçekten dinlemek istemiyorsanız dürüst olun ve dinlemek istemediğinizi söyleyin. Veya daha sonra dinleyebileceğinizi ifade edin. Ama sonra dinleyin. Etkin ve empatik bir dinleme gerçekleştirin. Biz konuşurken, karşımızdaki dinleyiciler bizi nasıl dinlerlerse bizim hoşumuza gider? Etkin bir dinleme pozisyonu bizi mutlu eder. Yani bizi dinlerken, elindeki işini bırakıp yüzünü bizden tarafa çevirirse, sözümüzü kesmezse, vücut dilinde saygı ifadelerine yer verirse, sabırla bizi dinlerse, sadece kulağı ile değil bütün bedeni ile ruhu ile dinlerse mutlu oluruz. Bütün jest ve mimikleri ile tüm vücudu ile bizi dinlediğini hissedersek gerçekten mutlu oluruz. Çünkü bize değer verdiğini, bize karşı saygı duyduğunu hissederiz. O zaman biz de karşımızdakini aynı şekilde dinlemeliyiz. İnsana insan olarak değer verdiğimiz zaman etkin ve empatik dinlemeyi de gerçekleştiririz sözlerindeki sürçü lisanı da tolere ederiz. Ancak niyetimiz sağlam olmalı, ön yargıdan ve olumsuz düşüncelerden uzak olmalıyız. Bir de sözlerimizi, düşünüp, dinlendirip, tartarak söylersek hem kendimize hem de karşımızdakine zarar vermemiş oluruz. Yazara mesaj: [email protected] www.yusufyesilkaya.net Bu yazı; www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com ve www.kisiseldunyam.com web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.