İşyeri kapanan Selvinaz, işsiz kalmıştı. Tam da babasının hastalığında aileye ekonomik olarak katkı sağlaması gereken bir dönemde işsiz kalmak felaket gibiydi. Selvinaz, ailenin en büyük çocuğuydu. Babası, güzel sanatlarda tasarım okutmuştu. Üniversitede okurken reklâm şirketlerinde part time olarak çalışmış, kendisini alanında iyi yetiştirmişti. Eskilerin deyişiyle Selvinaz, hem alaylı hem mektepliydi. İki kardeşi daha vardı. Sudenaz, lise son sınıfta, Emrecan ise beşinci sınıfta okuyordu. Annesi ev hanımıydı. Babası pazarcılık yapıyordu. Tabi amansız hastalığın pençesine yakalanıncaya kadar. Babası Fırat Bey ve annesi Saniye Hanım, çocuklarını en iyi şekilde yetiştirmek için bütün imkânlarını seferber etmişlerdi. Selvinaz, iyi bir okul bitirmişti. Sıra kardeşlerindeydi. Onların da okumaları, hayata hazırlanmaları gerekiyordu. Selvinaz'ın işe girmesi aileyi bir nebze rahatlatmıştı. Lakin Fırat Bey hasta olunca bütün yük, Selvinaz'ın omuzlarına yüklenmişti. Ama şimdi o da işsizdi. Ha deyince iş bulunmuyordu ki. Bir an kendisini kapana kısılmış fare gibi hissetti. Annesi Saniye Hanım, kızını teselli etti. “Kul sıkışmadan Hızır yetişmezmiş kızım. Allah bir çare verir inşallah.” Selvinaz'ın zihni ve bileği sağlam olduğu kadar yüreği de sağlamdı. İşsiz kalmışlığına rağmen, babasının hastalığına rağmen, ailenin ekonomik zorluğuna rağmen; ailesini ve çevresini ayakta tutmaya çalışıyor, etrafına moral kaynağı olmaya çalışıyordu. Bütün bu problemler içinde arkadaşlarının ve yakınlarının derdini paylaşıyor, onlara yardımcı olmaya çalışıyordu. Bir yandan ailesine diğer yandan arkadaşlarına destek olmaya çalışan Selvinaz'ın, gerçekte desteğe çok ihtiyacı vardı. Çevresindeki insanlara hayatın zorlukları karşısında pes etmemelerini öğütleyen Selvinaz, yaşadığı olumsuzluklar karşısında pes etmiş gibiydi. Anne ve babasına evlat olmak, kardeşlerine abla olmak varken, bir anda evin büyüğü olmak zorunda kalmıştı. Kızındaki durumun farkına varan Saniye Hanım, Selvinaz'ı odasına çekti ve konuşmaya başladı: ””Gel benim fedakâr kızım! Gel benim cefakâr kızım! Kardeşlerine abla olman yetmedi, bu evin annesi babası oldun. Baban hasta oldu, hepimize moral kaynağı oldun. Kimin başı derde düşse önce sen yardımcı oldun. Benim melek kalpli kızım, sen bizim ilk göz ağrımızsın. Sen, bizim kıymetlimizsin. Çevrene bu kadar sahip çıkarken, ailene bu kadar destek olurken, kendini pek ihmal ettin be kızım. Birazcık da kendine bak. Sen iyi olmazsan biz iyi olamayız. Şu haline bir baksana! Canlı cenaze gibisin. Yapma böyle güzelim. Mensubu olduğumuz aziz milletimizin çok güzel meziyetleri vardır. Yoksula yardım etme, mağdur olan kişilere sahip çıkma, zor duruma düşenlere dost eli uzatmak gibi”¦ Özellikle zor duruma düşen, hastalık, ölüm, doğal afet gibi üzücü olaylar yaşanan yerlerde mutlaka komşu ve yakınların ilgi ve desteğini görebiliriz. Sosyal devlet olgusunu tamamladığını iddia eden Avrupa'da böyle bir dostluk göremezsiniz. Bizim toplumumuzda, insanlara uzanan yardım elinden ziyade dost elidir. Bu şekilde daha değerli ve anlamlı olduğunu hissederiz. Özellikle çevremizdeki insanların yardıma ve ilgiye ihtiyacı olduğunda bunu seve seve yaparken; kendi kendimizden bu ilgi ve dostluğu neden esirgeriz? Başkaları için elimizdeki imkânları kullanmak elimizde imkân yoksa dostluğumuzu ve ilgimizi sunmak çok güzel bir davranış. Ancak daha güzel olan şudur: Hayatın sürprizleri bizim yaşam gemimizi alabora edebilir, rüzgârda savrulabiliriz. İşlerimiz, her zaman istediğimiz gibi gerçekleşmeyebilir. Sendeleyebiliriz, yere düşebiliriz, adımlarımızı aksayarak atabiliriz. Toparlanmakta güçlük çekebiliriz. Önemli olan, zor zamanımızda kendimize destek olmaktır. Pes etmeden, işleri düzeltmeye çalışmaktır. Yaşadığımız her olumsuzlukta: “Kaderde ne varsa başımıza mutlaka gelecektir. Bu benim kaderim, ne yapabilirim ki?” demek fazla teslimiyetçilikten öte işin kolayına kaçmak olmaz mı? Elbette her insan kaderini yaşar. Ama insanda irade dediğimiz sihirli bir tercih formülü vardır. Başımıza gelen olaylarda bizim duruşumuz, tercihimiz ve olaya hangi yönünden baktığımız çok önemlidir. Bu nedenle kaza yaptıktan sonra, iflas ettikten sonra, işten atıldıktan sonra, sınıfta kaldıktan sonra, kaybettikten sonra tekrar kazanabilmek ve tekrar ayağa kalkabilmek için olaylara bakış açımız ve duruşumuz çok önemlidir. Hayatın zorlukları ile karşılaştığımızda pes etmek, buraya kadarmış demek işin en kolay yanıdır. Olaylara ve insanlara isyan etmek, sağa sola saldırmak, agresif tutumlar sergilemek ise işin çözümü değil, çözümsüzlüğün adı olacaktır. Aslolan, mücadele etmektir. İçimizdeki yaşam coşkusunu ve dinamizmi sürdürebilmektir. Yılmadan, yıkılmadan, yine, yeni, yeniden silkelenip hayata sımsıkı sarılmaktır. Not: Bu yazı Genç Gelişim Dergisi'nin Nisan 2011 sayısında yayınlanmıştır.