Dur yolcu, bilmeden gelip bastığın,

Bu topraklar, bir devrin battığı yerdir.
Eğilde kulak ver, bu sessiz yığın,
Bir vatan kalbinin attığı yerdir.
     Bu Vatan’ın son umuduydu, son kalesiydi, Çanakkale…
     Avrupalıların deyimiyle ‘’Hasta Adamın’’ fişini çekmeye geliyorlardı. İngilizler ve Fransızlar çıkar birliği yapmış, son kozlarını oynayarak, bir devri kapatacaklardı. Ellerinde son sistem silahlarla kendilerinden çok emindiler.
     İngilizlerin sabah saatlerinde girdikleri boğazı, ellerini kollarını sallayarak, canlarının istediği her yeri bombalayarak geçebileceklerini zannederek, akşam beş çayını, Marmara Denizi’nin ortasında içmeyi planlayarak, İstanbul üzerinden ler kuruyorlardı.
    Ama, bilmiyorlardı ki; karşılarında iman ateşiyle yanan, vatan sevgisiyle yeşeren, çocuğunu vatana kurban ettim diye, kınalayarak gönderen analarımızı bilmiyorlardı.
    Bilmiyorlardı, 250 kiloluk top mermisini tek başına kaldıran Seyit Onbaşı’yı, siperlerde daha yaşları 14-15  tüfek kadar boyları olan fidanları bilmiyorlardı.
    Bilmiyorlardı, savaş esnasında şarapnel parçasının sol ayağını koparan askerimizin, tedavi edilmesi için gönderileceğini duyunca
    -‘’Hayır, ben bu vatana feda olmak için buradayım, iyileşirsem anama, babama ne söylerim, bağlayın ayağımı ben böyle savaşırım diyen’’ aslanları bilmiyorlardı.
    Bilmiyorlardı, gece sabahlara kadar Kur’an-ı Kerim okuyan nurları, İngiliz askerinin ‘’Ben burada  Türk askeriyle değil, beyaz sarıklı yeşil cübbeli askerlerle savaştım’’ dediklerini bilmiyorlardı.
    Bilmiyorlardı, Sultan Abdulhamit’in olayları kırk yıl önceden görerek tabyaları güçlendirdiğini ve yeni tabyaların inşa ettirdiğini bilmiyorlardı.
    Bilmiyorlardı, Osmanlı Devleti’nin elinde sadece 26 deniz mayını kaldığını, Nusret mayın gemisinin kaptanının(Tophaneli Hakkı Binbaşı)mayınları nereye ve ne zaman bırakılması gerektiğini bir gece rüyasında bir yüce kişi tarafından kendisine bildirildiği, bu mayınları hiç akla gelemeyecek biçimde Ertuğrul koyundan kıyıya paralel olarak döküldüğünü, İngilizler boğazı defalarca kontrol etmesine rağmen bu mayınları tesbit edemediklerini bilmiyorladı. 
    Bilmiyorlardı, doktorların askerden daha çok yorulduğunu, binlerce yaralıyla ilgilenmek zorunda kaldıklarını, bir Türk doktoru kendi oğlunun yaralı olarak getirildiğinde’’Kurtulma şansı yoktur diye’’ oğlunu tedavi etmediğini, hemen bir sonraki yaralıyı istediğini, mezarının başına ertesi gün gidebildiğini bilmiyorlardı.
    Bilmiyorlardı, savaşın sonlarına doğru, ordunun istihkakının azaldığını, askere günde sadece yarım ekmek verilebildiği, açlık içindeki Mehmetçiğin ayakkabı köselelerini kaynatıp çorba niyetine içmeye çalıştıklarını bilmiyorlardı.
   Bilmiyorlardı, Türk Milleti’nin Vatan için kendisini, eşini, çocuğunu dahi feda edebileceğini bilmiyorlardı.
   Buradan, tüm dünya duysun! Türk Milleti olarak and içeriz ki, kanımızın son damlasına kadar savunacağız; bu yurdu, değil yedi düvel, on yedi  düvel gelse, giremeyecekler, şehitler mekanına, yurdumuza…
   Şimdi, hep birlikte haykıralım düşmanlarımıza ‘’ÇANAKKALE GEÇİLMEZ’’….