Geçen gün dolmuşta seyahat ediyorum. Evden sabah erkenden çıkmışım yola. Yollarda gündelik telaşlara rastlıyorum. Şehrin insanlarının bir yerden bir yere gidiş-gelişleri, her sabahki gibi yine başlamış. Ve yine her sabahki gibi, öğrenciler okuluna, çalışanlar işyerlerine gidiyorlar, bir yerlerde yerine getirmesi gereken bir planı ve randevusu olanlar da dışarıdalar tabi. İşi olmayanlardan da her nedense dışarıya çıkmış olabilirler. Kişi spor yapmak isteyebilir. Kişi evde bunalmış olabilir. Temiz hava almak için dışarıya kendisini atmış olabilir.  Lafı uzattım belki, sizin anlayacağınız, dışarısı oldukça hareketli. Herkeste arı gibi mücadele, karınca gibi ağır yük var. Dolmuşçu bu arada yoldan olabildiğince yolcu toplama ve kazancını artırma telaşında.  
 
O anlarda bende bir düşünce belirdi ve şöyle tefekkür ettim: “Bu Dünyayı o kadar benimsemişiz ki, o kadar dalmışız ki, bunca patırtı ve kavganın nedeni bu.” Trafikte küçük bir hataya tahammülümüz yok. Çünkü Dünyayı benimsemişiz. Kazancımızın az da olsa düşmesine tahammülümüz yok. Dünyayı oldukça fazla benimsemişiz. İşlerimizin yarım kalmasına tahammülümüz yok. Dünyaya olabildiğince dalmışız. Yanımızdaki, etrafımızdaki insanı adeta görmüyoruz ve kendi işimize kilitlenmişiz. Dünyaya adeta çivi çakacağımızı sanıyoruz.
 
Bu düşünceler içerisindeyken dolmuş içerisinde kendi kendime şöyle seslendim: “Dünya'yı tam benimsemişsen ve garipsemiyorsan, sende bir gariplik var demektir. Ruhunun sesini dinle! "Dünya ara bir durak ve asıl menzil değil.”
 
Bu sesleri kendime söyledim, ancak bu sözler herkes için de birebir geçerlidir.
Dünyayı çok benimsedik ve hiç de garipsemiyoruz. Bu noktada, Cahit Zarifoğlu Üstadımızın şu sözleri aklıma geldi:

“Burası dünya! 
Ne çok kıymetlendirdik.
Oysa bir tarla idi;
ekip biçip gidecektik…

Evet, Dünyadaki bunca telaşlı ve hırslı insanları, birbirine tahammülü olmayan adamları ve Dünyaya gönderilme maksadını unutan kişileri görüp de benim gibi garipseyenler böyle düşünürler. Ancak Dünyayı garipsemeyenler ve oldukça fazla benimseyenler, böyle düşünmezler ve her sabah kalkarlar aynı telaşı üç aşağı-beş yukarı bir şekilde yaşarlar. Akşam evlerine yorgun-argın dönerler, yemeklerini yerler, TV’lerini izlerler, yatağa girerler. Sabah uyanıp tekrar aynı ya da benzer şeyleri yaşarlar. Ve bu kısır döngü içerisinde “ne oluyor ya bana, ben bu döngüyü her daim yaşamak için mi, her sabah ve akşam bu yaşadıklarımı tekrarlamak için bu Dünyaya gönderildim” diye düşünmezler. Halbuki düşünmeleri ve bulunduğu hâli garipsemeleri gerekir. Evet tekrar ediyorum: “Dünyayı garipsemeyenler de bir gariplik vardır.”
 
Geçen gün de mahalledeki küçük marketin sahibini düşündüm: “Bu adam belki 10 yıldır bu Dükkanda ve bu tezgahın başında, alışveriş yapanlardan para alıp kasaya koymakta. Bu adamın 30-40 yıl bu kasanın başında bu işi yaptığını yukarıdan izleyen bir varlığın, (faraza bir başka canlının) olduğunu düşünelim. O adamı uzun yıllar o kasanın ve o tezgahın başında görse ve adamı sürekli aynı şeyleri tekrarlarken görse, “bu adam ne yapıyor yahu! Bu nasıl bir hayat, bu nasıl bir iş, bu adam robot mu” diye düşünür. Yani uzaydan bakan bir canlı olsa o marketteki aynı işi sürekli yapan ve hiç de kendi durumunu garipsemeyen adamı garipser. Sırf o adamı değil, hayatta yalnızca dünyevi işleri yapan ve sürekli hırsla para-pul, mal-mülk peşinde koşan, adeta robot gibi hareket eden herkese şaşkınlıkla bakar. Gerçekten de şaşılacak bir şey. Gerçekten de garipsenecek bir şey.
 
Bir insan nasıl olur da kendisini “robot yerine kor ve hayatta robot gibi hareket ettiğinin farkına dahi varmaz.”
 
Biz bu Dünyayı asıl menzil ve yaşanılacak tek mekan olarak görürsek ve kafamızı adeta bir deve kuşu gibi kuma gömersek, etrafımıza bakmazsak, bizden önce bu Dünyaya gelip de terk-i diyar edenlerin hâllerinden ibret almazsak, bu Dünyayı benimseyip de garipsemezsek, olacağı budur: “Robot gibi yaşarız, kendi acınacak hâlimizi görmeyiz bile.”
 
Garipseyelim arkadaşlar bu Dünyayı ve bu Dünyanın içindeki her şeyi garipseyelim. Bu Dünyayı benimsemeyelim dostlar bu Dünyayı ve içindeki benimsemeyelim.
 
Yazımın sonunda Sevgili Peygamberimizin (asm) bir hadis-i şerifini hatırlatıyorum:
İbn-u Ömer (ra) anlatıyor: Rasulullah (asm) omuzumdan tuttu ve: “Sen dünyada bir garip veya bir yolcu gibi ol” buyurdu. İbn-u Ömer (ra) Hazretleri şöyle diyordu:
“Akşama erdin mi, sabahı bekleme, sabaha erdin mi akşamı bekleme. Sağlıklı olduğun sırada hastalık hali için hazırlık yap. Hayatta iken ölüm için hazırlık yap.”

Evet, işin özü budur. Hakikat budur. Hayatta kimse kalıcı değil. Herkes fani. Herkes gidici. Herkes garip bir yolcu.

Bunları düşünürsen Dünyayı garipsersin, ancak bunları düşünmezsen Dünyayı benimsersin ve maazallah, cehenneme doğru sürüklenirsin de farkına varmazsın. Biz farkına varalım ve yanlıştan dönelim. Dünyayı garipseyelim ve benimsemeyelim.