Hayat her zaman aynı seyrinde akmıyor. İster şahısların fert olarak, isterse toplumların millet olarak yaşadıkları güzel ve neşeli günler de olabilir, zor ve hüzünlü günler de olabilir. Hayat bu, her zaman aynı kararda değil.
 
Bu yazıda, yarın 12 Şubat, Kahramanmaraş’ımızın düşman işgalinden kurtuluşunun sene-i devriyesi olduğu için, şehrimizin yaşadığı zor günlerden bahsedeceğim. Şimdiki gençler hayatın her zaman güllük-gülistanlık olmadığını bilsinler.
 
Evet, bundan 95 yıl öncesinden gideceğim. Tabi, tarihte yaşanmış olan o zor günleri uzun uzun anlatıp da tahlil etmeyeceğim. Yalnızca, “Osmanlı Devletinin Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru (30 Ekim 1918'de) Mondros Mütarekesini imzalamak zorunda kaldığını ve bu anlaşma uyarınca, Anadolu'nun birçok yeri gibi Maraş’ın da işgale uğradığını, Şehrimizin önce İngiliz kuvvetleri tarafından 23 Şubat 1919’da işgal edildiğini, 8,5 ay süren İngiliz işgali sırasında kayda değer bir olayın cereyan etmediğini, 29 Ekim 1919'da İngiliz işgali sona erdikten sonra, Maraş’ın bu defa da Fransız kuvvetlerinin işgali altına girdiğini, Fransız kuvvetlerinin şehre girişlerinin Ermeniler tarafından büyük bir coşku ve taşkınlıkla karşılandığını, bu durumun Maraş halkını çok rahatsız ettiğini, Sütçü İmam’ın iki Fransız askerinin Uzunoluk Hamamından çıkan birkaç Maraşlı kadının başörtüsünü başlarından çıkarmak istemeleri üzerine, o askerlerin üzerine kurşun yağdırdığını, Fransızlar'ın şehrin kalesindeki Türk Bayrağını indirmeleri, suçsuz kişileri öldürmeleri, Maraş ileri gelenlerini tutuklamalarının halktaki tepkileri daha da artırdığını, ve Ulu Camii İmamı Rıdvan Hoca'nın, "Kalesinde bayrağı dalgalanmayan şehirde cuma namazı kılınmaz" sözünün, Maraş halkını Fransızlar'a karşı topyekûn harekete geçirdiğini 22 gün ve 22 gece süren bir Mücadeleden sonra Maraş’lılar 7 den 70'e silaha sarılarak tek yürek, tek bilek halinde canlarını ve mallarını ortaya koyduklarını ve Şehirlerini 12 Şubat 1920 günü kurtardıklarını” belirteceğim.
 
Yazımın başlığında “Ecdadımız bu Maraş’ı nasıl kurtardı” diye soruyorum. Bunun kısa cevabı işte yukarıda mevcuttur. Bu kısa cevabı daha da kısaltmak ve özetlemek gerekirse, bunun dört dörtlük açıklaması işte şudur:
 
1- Ecdadımız bu Maraş’ı şehadeti seçerek kurtardı.
2- Ecdadımız bu Maraş’ı  kendine kefen biçerek kurtardı.
3- Ecdadımız bu Maraş’ı canından geçerek kurtardı.
4- Ecdadımız bu Maraş’ı ecel şerbeti içerek kurtardı.
 
Şehadeti seçmezsen, kendine kefen biçmezsen ve canından geçmezsen nasıl mücadele ruhuna kavuşacaksın?
 
İşte mücadele ruhu böyle kazanılır. Bu ruh, ecdadımızın zerre zerre tüm hücrelerine işlemişti ve onlar birer kahramanlardı. O kahramanlıkları şehrimize bu unvanı kazandırdı. Buraya kadar güzel, hoş da, gelelim şu kritik ve düşündürücü soruya: “           Bu unvanı onlar bize hediye ettiler de, bu unvana biz layık mıyız?”
 
İşte düşünülmesi gereken asıl budur. Yukarıdaki başlıkta geçen “Ecdadımız bu Maraş’ı nasıl kurtardı” sorusunun cevabı kolay. Gel de asıl bu soruya cevap ver şimdi. Evet, zor soru şu: “Kahramanmaraşlılar olarak, genci ve yaşlısıyla, erkeği ve kadınıyla bu Kahramanlık unvanına biz layık mıyız? Bu unvana layık olmak için biz de yukarıda geçen dört hususun hangisi var? Şehadeti seçecek, kendimize kefen biçecek, canından geçecek ve ecel şerbeti içecek ruha sahip miyiz? Allah göstermesin, yine bir işgal olsa, biz de mücadele ruhu var mı?”
Bu ruhun elbette yine çoğumuzda olduğuna ve çetin, zor günler geldiğinde Allah’ın izniyle, yine şahlanacağımıza inanmakla birlikte, hayatımızın her anında bu ruha uygun yaşadığımız söylenemez. Önemli olan bu ruha her an ve her dakika uygun davranmak ve bu şuur ve inançla yaşamaktır.
 
Bu duygu ve düşüncelerle, Kahramanmaraş'ımızın düşman işgalinden kurtuluşunun sene-i devriyesinde Aziz Şehit ve Gazilerimizi rahmet ve minnetle anar, Yüce Rabbimden rahmet ve mağfiret dilerim.Mekanları cennet, ruhları şad olsun. Bizlere de o ruhu ve o şuuru nasip eylesin Yüce Rabbim (cc). Amin.