Yeni Asya Gazetesi Diyarbakır Temsilciği tarafından Bediüzzaman Said Nursi’nin vefatının 55. yıldönümü dolayısıyla ‘Günümüz Meselelerine Bediüzzaman’dan Çareler' konulu panel düzenledi.

Panele tarihçi yazar M. Latif Salihoğlu, eğitimci Tahir Ünverdi, Av. Abdulkadir Akbaş konuşmacı olarak katıldı. Açılış konuşmasını yapan Yeni Asya Gazetesi Diyarbakır Temsilcisi İrfan Yıldırım, panele Mardin, Van, Batman, Şanlıurfa, Cizre, İdil, Midyat, Ergani ve birçok yerden katılanlara teşekkür etti.

Eğitimci Tahir Ünverdi, sunumunda ilk olarak Müslümanların geri kalış nedenlerini Bediüzzaman’ın tespitleriyle anlattı. Ünverdi, Bediüzzaman’ın tespitlerine göre birinci geri kalış nedeni ümitsizliğin İslam toplumları içinde hayat bulmuş olmasından kaynaklandığını dile getirdi. Ünverdi, şöyle konuştu: "İkinci geri kalış nedeni İslam toplumunu birbirine bağlayan imani rabıtaların bilinmemesi. Zira Allah’ımız bir, kitabımız bir, peygamberimiz bir, kıblemiz bir, vatanımız bir, dinimiz bir. Bütün bu birlikler bizi bir yapması ve birbirimize bağlaması gerekirken ihtilafa düşmemiz, geri kalmışlığımıza sebep olmuştur. Üçüncüsü doğruluğun toplum ve siyasi hayatta ölmesi. Hazreti Peygamber zamanında, doğruluk ile yalan ve hile arasında binlerce mesafe vardı. Zira İslamiyet geldikten sonra, sıdk ve doğruluk olan İslamiyet ile yalan ve hileden ibaret olan küfür arasındaki mesafe uzaktı. Ancak Hz. Peygamber'den sonra bu mesafe git gide kısaldı ve küfür ile iman bir pazarda satılır oldu. Yani doğruluk, sıdk öldü. Dördüncüsü ise düşmanlığı sevmemiz, adavete muhabbet. Bunun çaresi ise birbirimizi sevecek birçok nedenin olduğunu, başta imanımız ve sonra İslamiyet, daha sonra insaniyet gibi değerlerin birbirimize düşmanlığı değil, muhabbeti gerektirir."

Ünverdi, Müslümanların bir başka geri kalış nedeninin ise bulaşıcı hastalık gibi ortaya çıkan zorbalık ve istibdat olduğunu vurguladı. Ünverdi, "Bunun çaresi de Müslümanların toplum hayatındaki saadetlerinin anahtarı olan, meşveret-i şer'iyyedir. ‘Ve emrühüm şura beynehüm’ ayet-i kerimesi, şûrâyı, meşvereti, bir iş yapılmadan önce birbirine danışmayı, esas olarak emrediyor. Sadece ben bilirim, ben abiyim, şeyhim, başkanım, reisim deyip, tek adam ve tek görüşün İslam’a uygun olmadığı ifade edilmektedir." ifadelerini kullandı.

AKBAŞ: TÜRKİYE’NİN KARANLIK GEÇMİŞİYLE HESAPLAŞMADAN GERİ ADIM ATILDI

Panelde konuşan Av. Abdulkadir Akbaş ise aziz üstatlarından aldıkları derse binaen nur talebelerinin bugüne kadar hakiki adalet ve hürriyet için çalıştıklarını, adaletperver, hürriyetperverlere dayanak teşkil ettiklerini kaydetti. Yargının bağımsız, her türlü etkiden uzak, adaletin gerçekleşmesi dışında hiçbir maksadın gözetilmemesini, adil yargılanma şartlarının sağlanması ile sorumlu olan siyasal iktidarın temsilcilerinin, kendilerini bu davaların savcısı ilan ettiğini hatırlatan Akbaş, "Bu davalar ile askeri vesayeti ortadan kaldırdıklarını iddia ederek, demokrasiyi kökleştirdiklerini, Türkiye’de darbe döneminin kapandığını iddia ettiler. Ancak demokrasinin kurallar ve kurullar rejimi olduğunu kabullenmek istemeyen anlayış, yönetimi kural ve kurullarla tesis etmek yerine, karizmatik bireyleri merkeze alan bir yönetim biçimini tesis etmeye öncelik vermişlerdir. Bu tercih neticesinde, Türkiye’nin karanlık geçmişi ile hesaplaşılmasından geri adım atılmıştır. Ergenekon ve Balyoz davalarındaki yargılama usul ve hatalarının düzeltilmesi yerine bütün sanıkların beraat etmesinin yolu açılmıştır." diye konuştu.

'ÖNCE ERGENEKON’UN SAVCISI SONRA AVUKATLIĞINI ÜSTLENDİLER'

Önce bu davaların savcısı rolünü üstlenenlerin, uzlaşı sonrası, savunma avukatlığını üstlenmesi ve bütün bu davaların bir kumpasa, üretilmiş delillere dayandığını ifade etmelerinin Türkiye’nin demokratikleşmesinin önüne yeni engeller koyduğunu belirten Akbaş, şunları ekledi: "İddia çok vahimdir. Buna göre polis, ülkenin en güçlü kurum ve kamu görevlileri hakkında suç delili üretmekte, yargı, ilk derece mahkemeleri, Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığı ve Yargıtay Ceza Daireleri, topyekun bir yargı erki sahte, üretilmiş delilleri tespit ve teşhis edememektedir. Bütün bunların anlaşılması, ülkeyi yönetenlerin, kumpas kurulduğu tespitinde bulunması ile mümkün olabilmekte, Anayasa Mahkemesi bundan sonra ihlal kararı vermekte ve ancak mahkemeler bu aşamada delillerin üretilmiş olduğuna kanaat getirmektedirler."

Ergenekon ve Balyoz davalarındaki hak ihlallerine dikkat çektiklerini, adil yargılanma şartlarının bütün sanıklar yönünden sağlanması gerektiğine işaret ettiklerini ve bu davaların siyasi tasfiye amacıyla kullanılmaması gerektiğini dile getirdiklerini hatırlatan Akbaş, şu uyarılarda bulundu: "Bugün de zındıka komitelerinin ehl-i imanı birbirine kırdırmasına yönelik plana alet olunmaması, kardeşlik hukukunun ihlal edilmemesi konusunda Risale-i Nur’dan aldığımız adalet dersine binaen dikkat çekiyoruz. Cemaatler ve sivil toplum kuruluşları, Milli Güvenlik Siyaset Belgeleri gibi Türkiye’nin yakın zamanda utanç belgeleri olan, hukuk devleti ilkesi ile bağdaşmayan gizli belgelerle düşman ilan edilmemelidir. Kesinleşmiş bir yargı kararı olmadan kimse suçlu, mücrim ilan edilmeyecektir. Dün sivil toplumla ve cemaatlerle mücadele ‘irtica’ ve ‘mürteci’ anahtar kelimeleri ile ifade ediliyor ve Milli Güvenlik Siyaset Belgesinde kendisine yer buluyordu. Bugün, bu mücadele başka isimlendirmelerle yürütülüyor."

'RİSALE-İ NUR KÜLLİYATI'NIN NEŞİR HAKKI BÜTÜN NUR TALEBELERİNİNDİR'

Dünyada emsali görülmemiş bir kanuni düzenleme yapılarak Risale-i Nur Külliyatı'nın devlet tekeline alındığını hatırlatan Akbaş şunları söyledi: "Risale-i Nur Külliyatı’nın bütün hakları Bakanlar Kurulu uhdesine alınarak, bu aşamada neşir hakları Diyanet İşleri Başkanlığına verildi. Diyanet İşleri Başkanlığı dilerse Nurların neşir hakkını kendi uhdesine tutacak ve dilediği sayıda basacaktır. Risale-i Nur Külliyatı'nın Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından resmen neşredilmesi üstadımızın da arzusudur. Üstadımızın bu arzusunun kısmen ve gecikmeli de olsa tahakkuku memnuniyet vericidir. Takdir ve dua vesilesidir. Ancak nurların resmen neşredilmesinin diyeti, nurların devlet tekeline alınması, devletleştirilmesi olamaz. Risale-i Nur Külliyatı'nın neşir hakkı bütün nur talebelerinindir. Nurların ancak devlet izin verecek olursa basılabilecek olmazı kabul edilemez. Anayasa ve AİHS'e aykırı kanuni düzenlemeler ile nurların devlet tekeline alınmasına karşı meşru hukuki zeminlerde, Nur’un hukukunu müdafaa etmek zaruridir."