İstanbul Üniversitesi'nde düzenlenen 'İnterkültürel bağlamda Etik Kararlar, Almanya ve Türkiye'deki Yaklaşımlar' konulu toplantıda, hayatlarının son döneminde bulunan hastalar ve bu hastalara uygulanacak tedavilerin diğer hastalara etkileri konusu masaya yatırıldı. Prof. Dr. Oktay Demirkıran, Türkiye'de 11 bin 523 adet yoğun bakım yatak kapasitesi bulunduğunu belirtti. Türkiye'de ölümlerin genel olarak yoğun bakım servislerinde yaşandığının altını çizen Demirkıran, " Türkiye'de gelişmiş ülkelerdeki gibi ölümü kabullenme ve diğer servislerde ölümü bekleme gibi süreçler çok fazla işlemiyor." dedi.

İstanbul Üniversitesi ile Alman Etik Konseyi'nin ortak girişimiyle yapılan toplantıda Türk ve Alman uzmanlar her iki ülkedeki uygulamaları karşılaştırmalı olarak açıkladı. Yapılan tespitlerde kültür ve sosyal doku farklılığının hukuki zemin de dikkate alınarak farklılık gösterdiği, aynı durumdaki hastalara iki farklı ülkede farklı uygulamalar getirildiği belirtildi.

Toplantının tıbbi perspektif bölümünde konuşan Prof. Dr. Oktay Demirkıran, Türkiye'de ölümlerin genel olarak yoğun bakım servislerinde gerçekleştiğini ve Türkiye'de gelişmiş ülkelerdeki gibi ölümü kabullenme ve diğer servislerde ölümü bekleme gibi süreçlerin çok fazla işlemediğini söyledi. Hasta otonomisi, boşuna uğraş, kaynakların doğru kullanılması gibi kavramların bu bağlamda dikkate alınması gerektiğinin altını çizen Demirkıran, "Otonomi kavramını acaba biz uygulayabiliyor muyuz diye tartışabiliriz. Hastanın kendi kararını vermesi, geleceği hakkında fikir beyan etmesi bizde o kadar da kolay gerçekleşiyor mu tartışılır. Hastanın istekleri önemli, nerede ölmek istiyor, gelecekte nerede olmak istiyor? Yaşamı sonlandırmak ile ilgili resulte etmeyin order 'ı verebiliyor muyuz ya da biz bunu alabiliyor muyuz? Ya da bazı tedavilerin uygulanıp bazılarının uygulanmamasını talep ediyor mu bizde? Yararlılık durumu önemli. Kime yararlıyız, kime yararlı değiliz. Bu konunun da önemli olduğunu düşünüyorum." şeklinde konuştu.

'80 MİLYON NÜFUSA 11 BİN 523 YATAK'

Yoğun bakıma alma, yönlendirme ve benzeri kararları almanın uzmanlar açısından önemli olduğunun altını çizen Demirkıran, "Özellikle triyajda çok sık karşılaştığımız bir sorun. Var olan bir hastanın yaşamını sonlandırma kararını, tedavi olması gereken başka bir hastayı alabilmek, bu kararı verebilecek miyiz. Ya da yaşamının sonuna gelmiş bir hastayı yoğun bakıma almak zorunda kalacak mıyız? Hastalar arasında seçim yapmak zorunda kalacak mıyız, bu gibi enteresan durumlar var." ifadelerini kullandı.

Hastaların palyatif bakıma yönlendirilmesine ya da benzeri konuların bir kısmının konuşulmasına bile henüz hazır olunmadığının altını çizen Demirkıran, şunları söyledi: "Kolaylaştırıcı bir öz kıyım mı söz konusu oluyor, ötenazi mi söz konusu oluyor gibi konular gündeme gelir. Tabii bir kısmı bu ülkede konuşamayacağımız dahi şeyler. Diğer taraftan yaş giderek artıyor bizim ülkemizde de artıyor. Buna bağlı yoğun bakımda yatan hasta sayısı da artıyor. Terminal dönem kanser hastaları hızla artıyor ve hızla ölüme doğru gidiyorlar. Bunlar için ne yapacağımız tartışılabilir." ifadesini kullandı. Demirkıran, ölüme çok yakın bir hastasının durumunu bildiği halde yine de yoğun bakımda kalmak istediğini de sözlerine ekledi.
Demirkıran, Sağlık Bakanlığı'nın verilerini de açıklayarak Türkiye'deki hastanelerde bulunan yoğun bakım yatak sayılarına ilişkin de bilgi verdi. Erişkin ve çocuk yoğun bakım yatak sayılarının toplam 11 bin 523 yatak bulunduğuna hatırlatan Demirkıran, "Nüfusumuzu düşünürseniz 80 milyonda 11 bin yatağın kullanımı nasıl olacak diye düşünülecektir."

Demirkıran toplantının tartışma bölümünde de yoğun bakım servislerinin nasıl kullanılacağına ilişkin dikkat çeken değerlendirmeler yaptı. Ölümü bekleyen hastaların yine de yoğun bakımda kalmak istediklerini belirten Demirkıran, "Hasta da biliyor ama biz yine de tedaviye devam ediyoruz. Beni yargılamayın diye bu karışık olayı şöyle anlatayım: Bu hastalara tabii ki bakmak zorundayım, bakıyorum. İki gün önce 5 yaşında darp sonucu şuuru kapalı bir çocuk getirildi. Ağır bir pankreas hasarı, böbrek hasarı, dalak hasarı, karaciğer hasarı... 14 ünite kan verildi, sıfır olan nabız ve tansiyon yeniden kazandırıldı, yaşama yeniden döndürüldü. Ameliyat 6 saat sürdü... Sonunda yoğun bakımda yer yok. Ve benim yoğun bakımda yatan 5 tane hastam var. İnanılmaz sıkıntı yaşadık." dedi.

ALMANLAR EVDE ÖLMEK İSTİYOR

Alman Etik Konseyinden Elisabeth Steinhagen Thiessen ise benzer durumlarda Almanya'daki uygulamaları anlattı. Thiessen, yapılan bir çalışmaya göre Almanya'da nüfusun yüzde 92'sinin evde ölmek istediğinin belirtildiğini aktararak, gerçek duruma bakıldığında durumun böyle olmadığını dile getirdi. 2000 yılında yapılan bir çalışmaya göre ölümlerin yüzde 65'inin sağlık kurumlarında gerçekleştini anlatan Thiessen, "Çok önemli demografik deşiklikler yaşıyoruz. Yaşlı nüfusumuz artıyor bu rakamlar yine değişikliğe uğradı. Yüzde 51 hastane, yüzde 21 huzurevinde öldü. Yani yüzd 29'u yaşamını evde kaybetti. Yine de hastalarımıza son evrede hastanede olsalar bile evlerine, aile ortaklarına taşımalıyız. Ancak bu kulağa kolay gelse de kolay olmuyor. Berlin gibi büyük bir şehirde tek başına yaşayan çok yaşlı kişi var. Bunu yapmak neredeyse çok mümkün olmuyor. Bu konuda personelin hastanedeki ölüme hazırlanması önemli. Bunun için de özel odaların olmaması gerekiyor. Ölmek üzere olanlarla sürekli temas halinde olunması gerekiyor." dedi.