Önce geçmişte yaşanmış bir tartışmayı hatırlatmakta fayda var. Hafızalarda tazedir. Bundan birkaç yıl önce, Aysun KAYACI adlı eski bir Manken, “benim oyum ile dağdaki bir çobanın oyu nasıl eşit olabilir” diye demeç vermişti. Bu demeç büyük fırtınalar koparmıştı. Nasıl koparmasın ki! Çünkü, oldukça anti-demokratik ve oldukça insan haklarına aykırı bir düşünce bu. Ne demek “benim oyum daha değerli?” Herkesin oyu eşittir. Herkesin düşüncesi kendisine göre geçerlidir. Bu durumda “çobanın oyu da değerlidir, mankenin oyu da!” Bu bakış açısıyla aralarında kıyas yapılması doğru değildir. Sırf çoban ile mankeni değil, okumuş ile okumamışı, profesör ile öğrenciyi, gazeteci ile manavı, daha başka kıyaslamaları oy açısından farklı görmek de mantıksızlıktır. Böyle bir ayrım yapan, böyle bir kıyaslama yapan büyük tepki görür. Zaten, o Mankene de büyük çoğunluk tepki gösterdi ve bundan sonra kimse böyle bir densiz cümle sarfetmedi. Sarfetse de en azından basına yansımadı. Esasında bu düşüncede olanların basına yansıyıp yansımamasından daha önemli olan, bu düşünceyi taşıyanların içinde bulundukları ruh halidir. İnsan bu düşünceye nasıl sahip olabilir! İşte asıl bunun sorgulanması gerekir. Evet, bize çok garip ve acayip gelse de, bu Ülkede “oylarının daha değerli sayılmasını” ve kendi kafalarındaki modele göre, “kendi oylarının başka oylara göre iki değerinde” olmasını savunanlar var. İşte bu düşüncede olanlara dikkat çekmek için yazımın başlığında “çobanın oyu mu değerli, profesörün oyu mu değerli” diye sordum. Kendi oyunu daha değerli görenlerle siz de bizzat karşılaşmışsınızdır. Ben karşılaştım. Geçen seneler içerisinde, tepeden inmeci düşünceler içerisinde olan, Millet iradesini küçük gören zihniyetin bir mensubu ile bu hususta tartışmıştım. Bir sohbet sırasında, “eski Roma'da herkesin oyu farklı farklıymış, kimisi iki, kimisi bir sayılırmış, esasında bizde de olmalı ve okumuş yazmışların, yani üniversite mezunlarının oyu iki, okumamış yazmamışların yani üniversite mezunu olmayanların oyu ise bir sayılmalı” şeklinde konuşmuştu. Tabi bu şekildeki mantıksız ve anti-demokratik düşünceye sert tepki göstermiş; “esasında tam tersi olmalı, üniversite mezunlarının oyu bir, üniversite mezunu olmayanların oyu iki sayılmalı” demiştim. Ne diyeyim! Mantıksız bir cümleye karşı ancak böyle mukabele edilebilir. Bu işin şakası bile garip. Üniversite mezunları iki oy, üniversite mezunu olmayan bir oy. Bu nasıl saçmalık. Bize saçma geliyor. Fakat buna inanan o kadar insan var ki. Büyük kısmı bu düşüncesini içinde saklıyor. Keşke bu düşüncede olanların hepsi fikrini söylese de, “kim demokrat, kim anti-demokrat” bir anlasak. Herkesin oy hakkı birdir. Herkesin oyu değerlidir. Demokrasilerde kimse kimseden üstün değildir. Herkes birinci sınıf vatandaştır. İşin bu yönü akl-ı selim sahibi herkes tarafından kabul görürü. Bunda hiçbir kuşku yoktur. Bunun yanında, bir hususa ayrıca dikkat çekmek isterim. Dış görünüşleri itibariyle basit görünseler de, meslekleri itibariyle gariban olsalar da, bu Ülkede öyle insanlar vardır ki, Ülkenin gerçeklerini ve gidişatını görme bakımından, kısacası vatandaşlık bilinci bakımından, üniversitedeki profesörlere taş çıkartırlar. Bu satırların yazarı “aydın olmanın sözde değil özde olduğuna ve ilim ile irfanın çok ayrı olduğuna inanır.” Şair ne demiş; Zifiri karanlıkta gelse şiirin hası, Ayak seslerinden tanırım. Ne zaman bir köy türküsü duysam, Şairliğimden utanırım. (Bedri Rahmi Eyüboğlu) İşin özü bu. Tabi olan, hasbi olan ve özden gelen her şey makbuldür. Bu Ülkenin gerçek aydınlarını da okuyup yazmakta değil çilenin, fikrin ıstırabını çekmekte aramak gerek. Bu bakış açısıyla bakarsa insan, ne çobanı küçümser, ne de profesörü üstün görür. Vesselam.