””Söyle bakalım Ali! Senin baban ne iş yapıyor? ””Benim babam toplantıcı öğretmenim. Öğretmen Ali'nin söylediğini tam olarak anlayamamıştı. Tekrar sordu: ””Anlayamadım Ali. Baban ne toptancısı? Yani ne satıyor? ””Öğretmenim babam toptancı değil. Toplantıcı. ””Nasıl yani? ””Onu ben de bilmiyorum öğretmenim. Ama babam her akşam bir yerlere toplantıya gidiyor. Anneme sorduğumda ise babamın toplantısı olduğunu söylüyor. Babamla çok az görüşebiliyoruz. Sürekli toplantılara katılıyor. Yani benim babam toplantıcı öğretmenim. Bu cevapla iyice şaşıran öğretmen, Ali'nin annesini okula davet etti ve Ali'nin söylediklerini anlattı. Anne, Ali'nin anlattıklarını duyunca hem şaşırdı hem güldü. Öğretmeni meraklandırmamak için söze girdi: ””Kocam bir sivil toplum kuruluşunda yönetici olarak görev yapıyor. Haftada üç dört akşam toplantı yapıyor. Bazen de seyahat ediyor. Ali ile çok fazla görüşemiyorlar. Haliyle çocuk buna üzülüyor hocam. ””Elbette üzülür. Yalnız benim merak ettiğim bir şey var”¦ ””Nedir hocam? ””Acaba eşiniz eve geldiğinde ne yapıyor? Yani Ali ile ilgilenmiyor mu? ””Ne gezer hocam. Eşim, bir sivil toplum kuruluşunda yönetici. Yani toplumu kurtarıyor. Ancak, toplumdan evimize pek zamanı kalmıyor. Eve zaten geç geliyor. Geldiğinde yorgun bir şekilde yemeğini yiyor ve televizyon izlerken uyuyup kalıyor. ””Peki, Ali ne yapıyor? ””Babası geldiğinde Ali, çoktan uyumuş oluyor. Kahvaltıda beş on dakika görüşebiliyorlar. Ama herkes bir yerlere yetişmenin telaşesi içinde olduğu için kimse kimseye özel zaman ayıramıyor. Ayaküstü ilişkiler yumağı içinde yuvarlanıp gidiyoruz. Aldığı cevaplarla iyice şaşıran öğretmen, şaşırmanın da ötesinde üzülmüştü. Kendini toparladı ve Naciye Hanım'a tekrar sordu: ””Özelinize karışmak istemem ama Ali bu durumdan olumsuz etkilenir. Bunun bir yolu olmalı. ””Özel diye bir şey kalmadı hocam. Ali, çocuk yaşıyla fark ediyor bazı şeyleri. Sürekli babasını soruyor. Babasını özlüyor. Ama babasını göremeyince içine atıyor bazı şeyleri. Bazen çok hırçınlaşıyor. Aslında eşim de Ali'yi çok seviyor. Ali'ye çok güzel oyuncaklar alıyor. Ama Ali'yi oyuncaklar değil, babasıyla birlikte olmak mutlu ediyor. Öykümüze konu olan Ali, Rıza, Naciye ve öğretmen, bu toplumun mozaiğini oluşturan figüranlardan sadece bir kaçını oluşturuyor. Bunlar gibi niceleri var yaşadığımız hayatta görmediğimiz, bakmadığımız ve algılamadığımız. Ailenin ilgisini, sevgisini ve desteğini göremeyen çocuklarda, içekapanıklık, özgüven yetersizliği ve agresif tutumlar, sıklıkla karşılaştığımız durumlardır. Tek kanatlı bir kuşun uçma olasılığı çok düşüktür. Kuşun bir kanadı anneyi temsil ederse diğer kanadı da hiç kuşkusuz babayı temsil eder. Eksik kanat ister anne olsun ister baba, fark etmez. Kanatların birini diğerine tercih etme gibi bir lükse sahip değiliz. Kanatlardan birinin ya da ikisinin yokluğunu, metanetle karşılayacağımız durum sadece ölüm halidir. Şayet anne veya babanın ölümü gerçekleşmişse, kadere razı olmaktan başka çare yoktur. “Bu, Allah'tan geldi.” der ve sabırla karşılarız. Aile bağlarında, herhangi bir ayrılık sebebiyle kopma söz konusu olmuşsa, bu durumda yüreğimiz burkulur. Ziyan olan mutluluklara ve harcanan ilişkilere üzülürüz. Lakin anne ve babanın yaşarken yok olması, varlığını hissettirememesi, bazen daha acı olabiliyor. Anne var, tek başına yeterli gelmiyor. Baba var ama ha varlığı ha yokluğu. Ne kadar acı bir tablo değil mi? Sivil toplum kuruluşlarında görev alan yurttaşlarımızı kırmak veya kızdırmak istemem. Adı üzerinde, sivil toplum kuruluşları. Toplum için çalışan kuruluşlar yani. Aslında her birimizin yapması gereken toplumsal görevleri, bir kuruluş içinde örgütlenerek, topluma hizmet etmeye çalışan gönüllü insanları ayakta alkışlıyoruz. Çünkü bu insanlar, toplumun huzuru ve mutluluğu adına kendilerinden özveride bulunuyorlar. Kendilerine ve ailelerine ait olan zamandan, sağlıktan, paradan fedakârlık yaparak, çok ciddi bir hizmet yapıyorlar. Ancak bu fedakârlığın ölçüsünü iyi ayarlamak gerekiyor. Yani evin hakkını eve, işin hakkını işe vermek lazım. Daha açık ifadeyle toplumu kurtarayım derken kendi ailemizi harcamamak gerekiyor. Peki, bu durum sadece sivil toplum kuruluşlarında görev yapan insanlar için mi geçerli? Serbest meslek sahipleri, memurlar, işçiler, esnaflar, akademisyenler, gazeteciler için bu hassas terazi gerekli değil mi? Evin hakkını eve, işin hakkını işe veren terazi herkes için gerekli, hepimiz için gerekli. Hangi işi yapıyor olursak olalım, evimizi ya da işimizi ihmal ettiğimiz zaman, hayatta huzurlu ve mutlu bir şekilde yaşayamayız ve aile saadetimizi baltalamış oluruz. Hem kendimize hem de ailemize yazık etmiş oluruz. İş hayatı ve kültürel açıdan sürekli değişen bir toplumda yaşıyor olsak da ataerkil yaşam biçimi ağırlığını hala hissettiriyor. Hem erkek hem de kadının çalıştığı ailelerin sayısı küçümsenemeyecek kadar fazladır. Fakat içinde yaşadığımız toplumun bilinçaltında adeta evin dışı erkekten evin içi ise kadından sorulmaktadır. Yani sorumluluk alanları yazılı olmayan yasalarla belirlenmiş gibidir. Daha açık olarak ifade etmek gerekirse kültürel yapımızın bir tarafında; erkek, dışarıda çalışıp eve ekmek getirmekle, kadın da evde yemek yapmak ve çocuklara bakmakla mükelleftir. Bu mantık, aile yapımıza tipik bir bakış açısıdır. Bu mantığı benimseyip benimsememekte özgürsünüz. Yalnız bu bakış açısının yol açtığı sebeplerden dolayı çocukların eğitimden birinci derecede anne sorumlu tutulur. Şayet kadın ev işlerinden ve çocukların eğitiminden dolayı zorlandığını ifade edecek olursa erkeğin cevabı hazırdır: ””Sen ev işlerinde yoruluyorsun da biz yorulmuyor muyuz? Eve ekmek getirebilmek için akşama kadar didinip duruyoruz. Gelir gelmez üstüme çocukları salma. Eve geldik ki, dinlenelim diye. İnsanı evine geldiğine pişman etmeyin ya! Ne bu dırdır? Adamın kafasını şişiriyorsunuz. İşte canımız çıkıyor zaten bir de siz üstüme gelmeyin! Siz, siz olun ve söyleyin bakalım. Ama elinizi vicdanınıza koyun da söyleyin. Adamın bu restinden sonra hangi kadın sesini çıkarabilir? Ya da sesini çıkarırsa sonuç ne olur? Büyük bir olasılıkla sesini çıkaramaz. Şayet çıkaracak olursa beyimiz bir daha kükrer. Daha olmadı, iki tane patlatır. Karizmayı çizdirecek değil ya. Oysa evliliğin meyvesi olan dünya nimeti çocukları, kadınlar tek başına dünyaya getirmediler ki. Yani çocuklar sadece annenin sorumluluğunda değil. Mademki, anne ve baba birlikte dünyaya getirdiler, sorumluluğu da birlikte paylamak zorunda değiller mi? Ama bizde öyle değil. Çocuklar sevileceği zaman babanın, avutulacağı zaman annenin velayetindedir. Çocuklarımızın kendisine güvenen, başarılı, huzurlu ve mutlu bireyler olarak yetişmelerini istiyorsak, onlar için gerekli ortamı hazırlamak durumundayız. Yavrularımıza gösterdiğimiz ilginin değeri onlara aldığımız pahalı hediyelerle ya da oyuncaklarla ölçülemez. Çocuklarımızla aktif olarak paylaştığımız zaman, onlar için en kıymetli hediyedir. Aktif paylaşılan zaman demek sadece aynı ortamda bulunuyor olmak demek değildir. Çocuklarımızla arkadaşlık etmektir. Kısacası onlarla, hayatı paylaşmak demektir.