''''Çerkesler''de kız ol ama gelin olma'''' sözünü duymuşsunuzdur. Bu sözü bazen, özellikle bayanların kullanmaları, beni bu yazıyı yazmaya itti. Espri amacıyla dahi kullanılması, altında geniş açılımlar içermesi nedeni ile yaralayıcı nitelik taşımaktadır. Günümüzde evliliklerin daha bir karışması nedeniyle belki biraz daha tedirgin olmuşumdur... Nihayetinde herkes kendi seçimini yapar. Ama bu tür sözleri, eleştirileri engellemek ve üstünü örtmek için kullanıldığı kanısındayım. Ve bir kaçış cümlesi olarak görüyorum. 

Kendi adıma böyle bir düşüncede olunmasına bir şey demem. Zaten bu konuya dair fikirlerimi yansıtan yazıyı ''''Seçim sizin'''' başlığı altında yazmıştım. Ayrıca bu sözün atalarımız tarafından söylendiği de şüphe götürmektedir. Bir ihtimal, Çerkesler''le evlenmenin, Çerkesler tarafından evlilik teklifi kabul edilmeyen insanların bu noktadaki direnci kırmak için bazı yaşam algılamalarına bakarak kendilerine ağır gelmesininden dolayı böyle bir söz söyledikleri düşünülemez mi? Veya kendi kızlarının nezih algılanan ve kadına verdikleri değer yüzünden Çerkesler ile evlenmelerini engellemek amacı ile evlenilmesi ile zorluklar yaşayacağı düşüncesini yerleştirmek amacı ile söylendiği düşünülemez mi? 

Bütün bunların yanında kendim bizzat şahit olduğum amcamın hanımının Türk kökenli olmasına karşın Çerkesliği benimsemesindeki hayranlığı nasıl ele almalıyız? Söylemlerinde ''''şu Türkler...'''' diye eleştirel söylemlerinin ardından ''''Sen Türk değil misin de böyle konuşuyorsun?'''' dediğimde; ''''Ben, amcanla evlendikten sonra Çerkes oldum ve o günden beri Türk değilim. Onların yaşam tarzlarına o günden sonra uyumsuzluğumu anladım. Ben Çerkesler''in içine girdikten sonra kadın olarak saygınlığımı gördüm, insan olarak değerlendirildiğimi anladım...'''' sözlerini duydum kendisinden. Peki bu noktada bunu nasıl değerlendirmeli ve nereye koymalıyız? O da bir Çerkes gelini değil miydi? 

Çerkeslerde gelinliğin katlanılamaz bir şey olduğunu düşünmesi, belli bir yaşa kadar içinde doğduğu ve yaşadığı topluma adaptasyonundan dolayı daha kolay değil miydi? Ama o, bunu söylemek yerine kendisini Çerkes olarak kabul edip Çocuklarını da Çerkes kültürü ile yetiştirmeye özen göstermiştir. Ve amcam genç yaşta ölmesine rağmen tüm zorluklarına karşın, çocuklarını kendisi yetiştirmek için diretmiştir. Bizlere, her zaman ben de sizdenim yaklaşımında yaşamıştır. Kendi ailesi, kendisini geri götürmek istemesine rağmen ''''ben buraya aitim ve benim ailem bunlar'''' diyerek bizleri göstermiştir. Çerkeslerde gelin olmak o kadar zor idiyse, bunu nereye koymelıyız?

Çerkesler''de gelin olmak o kadar katlanılması zor birşey idiyse; aslında köken olarak Türk olan bir kişi için daha da zor gelmez miydi? Ve bunu seve seve belirtmez miydi? Ve buna benzer davranışlar gösteren, gördüğüm tek kişi de değildir bu. Ve yine bu durumda Çerkes ile evlenmiş Türk kökenli gelinlerin büyük çoğunluğunun ''''Ben burada insan olmanın, kadın olmanın saygınlığını gördüm sözleri nasıl değerlendirilmelidir?

Evet, Çerkeslik zordur. Çünkü Çerkeslik, ilk olarak insan olmayı şart koşar. Saygıyı şart koşar. Saygıyla bütünleşik artniyetsiz sevgiyi şart koşar. Akıllı insan olmayı şart koşar. Cinsiyet ayırmamayı şart koşar. Kadınların baş köşede kabul görmesini ve ''Sizler kadınsınız ve söz hakkınız yok; Yarım insan; Eksik etek; kaşık düşmanı; karnından sıpayı, sırtından sopayı eksik etmeyeceksin, saçı uzun, aklı kısa gibi söylemlerin yanına yaklaşabilecek hiç bir söz söylemek bir yana düşündürmeyecek bir kültürel yapıyı şart koşar. Kadını, geldiği sülalenin adıyla çağırıp tanımayanlara tanıtıldığı (........ha yaph''u'') (....... ların kızı), o sülalenin saygınlığının devamı olarak görmeyi ve buna zarar verecek hiç bir davranışta bulunmamayı şart koşar. Kadın diye ayırıp meclislerden dışlamamayı, meclislerde eşit konumda bulunmanın kabulünü şart koşar. On metre önünden yürüyerek onu dışlamak yerine yanyana yürümeyi şart koşar. 

Gelelim bir başka değerlendirmeye. Yaşadığı, son 300 yılı kesintisiz 400 yıl süren savaşlar nedeni ile feodal yapısından sıyrılmaya ve ekonomik sistem değişikliğine ve bu yolla gelişecek sosyal değişim ve gelişime fırsat bulamamaktan dolayı ve devamında gelen kaybedilmiş savaş sonucunda sürgün edilerek ve bu sürgün sırasında yola çıkanların % 75''inin kaybedildiğ bir şok yaşamasını, bunun neticesinde kendi içine kapanarak hep geri döneceğim diye umut besleyen ruh haliyle, gelişen dünyaya kapanmasını yok sayarak değerlendirilmemelidir. 

2. dünya (paylaşım) savaşından sonra tarihten gelen kininin etkisi ile, savaşı kazanacağına kesin gözüyle bakılan Almanya''dan taraf olarak Almanlar''la işbirliği yapanların, savaşı Almanlar''ın kaybetmesi ile Sovyetler Birliği''nden kaçanların (1864''te sürgün edilenlerin yanına) geldikleri yerlerde Sovyetler Birliği için söyledikleri sözler yüzünden yaşadıkları, dönemeyecekleri düşüncesini doğuran travmayı gözadı ederek değerlendirmemelidir. Ki bu noktay akadar, hep döneceğiz umudu ile kalıcı konutlar bile yapmamışlardır. Hatta bu gün yaşayan bazı büyüklerimiz, sırf bu kişilerin anlatımlarından etkilenerek ''''Bolşevik''lerden dolayı buraya geldik diyebilmektedirler. ''''Ekim devrimi 1917''de oldu. Biz ise 1864 yılında sürgün edildik. Arada 53 yıllık bir fark var. Biz Çarlık zamanında sürgün edildik'''' dediğimizde ise kafaları karışmaktadır.

Savaşlarla geçen 400 yılın üstüne, bilimsel, teknolojik, sosyolojik ve ekonomik anlamdaki gelişmelerden uzak kaldığı bu (1864-1944) 80 yılı da ekleyiniz. Türkiye''de üzerine yapıştırılan ''HAİN'''' yaftasının ve kendi vatanında olmamasının getirdiği eziklikle geçen ve henüz yeni yeni sorgulanmaya başlanan bu olguyla yaşadığı travmalı (1944-2004 (düz hesap olsun diye böyle yazdım)) 60 yılı da ekleyiniz. Elinizde 540 yıl dış dünyaya kapalı yaşamak zorunda kalmış bir toplum var. Şimdilerde yaşamak zorunda olduğumuz ekonomik kaygıların yaşamayı unutturduğu ve Amerikan vurdumduymaz ve dejenereliğinin baskın olduğu bir çağda, Türk umursamazlığı ve şovenizmi arasına sıkışmış gelişmeye kapalı tembel bir ülke görüntüsü içinde, içine kapandığımız 520 yıllık travmalı geçmişimizin tüm ekonomik, sosyal izlerini hiçe sayarak kültürümüzü acımasızca eleştiriyoruz. Savunanlarımız da 1864''lerden kalmışlıkla savunacak kadar karmaşık yapımızı ele almadan veryansın ediyoruz. 

Öncelikle Çerkes geleneklerinde Türkiye''ye geldikten sonra değerlendirilmeyen (Vatanından ayrı bir yerde yaşamanın ve tamamen kültürel olarak farklı bir alanda yaşamanın getirdiği alışamamaktan ileri gelen kendi içine kapanmanın da getirdiği etki ile) değişim ve gelişimin yavaşlaması ve çağa ayak uydurmasında yaşadığı sorunlar gözardı edilmemelidir. Bu içe kapanmanın getirdiği ve ''''HAİN Çerkes Ethem'''' yaftasının boynumuza bilinçli olarak (Bir toplumun sindirilmesi için izlenebilecek en iyi yol olarak da değerlendirilebilir) kasten asılmasının da verdiği eziklikle, son on yıla kadar sürmüştür. Hatta son on yılda bile geriye gitmeden bir çok kişide görülen 1864 havasında yaşandığını görmek de mümkündür. Hala ''''Attan şöyle inilir...'''' (Oysa ''''inilirdi'''' dememiz gerekirdi) diyenlerimiz ve bunun devam etmesi gerekiyor gibi konuşanlarımız var. İyi, kabul de ''''at'''' nerde? 

Çerkes kültürünü, yapısını, geleneklerini tüm bu olguları da ele alarak değerlendirelim ve ondan sonra söyleyeceğimiz cümleleri, içi dolu olarak ortaya koyalım. Eleştirmek elbetteki mümkün. Ama bir Türk atasözünde dendiği gibi ''''Yiğidi öldür ama hakkını ver...'''' Nedense bir ucundan yakalayıp ''''vurun abalıya'''' tarzında yerden yere vurma yarışındayız. Sanki kendimize kinliyiz ve temizlenmenin yolu intiharmış gibi bir tavırla... Sanki farkında değiliz ama öldürmek istediğimiz de putlaştırdığımız da kendimiziz...

Savunanımız tüm bütünlüğüyle hatasız (hatta ilahi) görerek savunuyor, eleştirenimiz tamamen kötüymüş gibi yere vuruyor. Bunun bir dengesi olması gerekmez mi? Kötü bir şeyi ortaya koyuyorsak çözümünü de üretmeye çalışıp en azından kafa yormamız gerekmez mi? Ya da kafa yoranları dinlememiz ve önünü açmamız, samimiysek saygı gösterip dikkate almamız... Çerkeslerin en zor şartlar için söylediği, ''''zıriy wumğuetım wui pı''am yekengeşş (Kimse yoksa şapkanı önüne koyup ona danış)'''' düşünme ve fikir üretme üzrine söylenmiş en güzel sözü neden yerine getirmiyoruz da işin kolayına kaçıp vur kaç taktiğini uygular gibi davranıyoruz. Çoktan şapkayı önümüze koymamız gerekmez miydi?

Bir yandan Çerkes olduğumuz için gurur duyduğumuzdan dem vurup mangalda kül bırakmazken, diğer taraftan bulduğumuz her fırsatta tam tesine davranışlar sergiliyoruz. Gittiği başka bir şehirde hiç otel yokmuş gibi bulduğu bir Çerkes''in evine olanca rahatlığımızla giren kişi, ''''Çerkesler ile iş yapılmaz'''' diyebiliyor ve ardından Yahudilr gibi birbirimizi ticari anlamda da korumalıyız diyebiliyor. Buna rağmen kendisi, yanıbaşındaki Çerkes bakkaldan veya tekel bayisinden sadece borca alacağı zaman alışveriş edebiliyor. Vehatta bunu çok kolaylıkla sallayıp borcun tahsili istediğinde o kişiyi düşman ilan edebiliyor...

Bir Çerkesi yanında çalıştıran kişi, ücretlendirme yönünde ''''benden nasıl olsa'''' diyerek daha az vermeyi düşünebiliyor ve ücretini vermeyi ilk ihmal edebileceği kişi olarak görüp kolaylıkla geciktirebiliyor. Diğer taraftan işçi veya elemanı olarak çalıştığı Çerkes iş adamının işini savsaklarken istediği zaman izine ayrılıp düğüne gitmek için bile olanca rahatlığında davranan Çerkes çalışanların da, Çerkeslik söz konusu olduğunda mangalda kül bırakmadığını görebiliyoruz. 

Eleştirebileceğimiz bir çok nokta var. Düzeltmemiz gereken bir çok nokta var. Ama bütün bunları yaparken gerekirse tarih süzgecinden geçirerek kendimizi yargılamalıyız. Bu arada ısrarla, sonsuza kadar korumamız gereken değerlerimizin varlığını da unutmamalıyız. Çünkü evrensel kabul edilen değerlerin bazılarına yüzyıllar, belki de binyıllardan beri sahibiz. Bunlardan en çarpıcı özellik olan, artniyete hiçbir gerekçe ve açık kapı bırakmadan doğal olarak güven ortamının sağlıklı kalmasını sağlayan akraba ile evlenmeme özelliğidir. ''''Her birey, toplumun bir üyesi olmasına karşın tamamen özgür bir cumhuriyet; her topluluk, tüm üyelere eşit hak ve konuşma ortamı sağlayan bir meclis; her hata adil bir yargılanma ve savunma getiren mahkeme'''' özelliklerimiz unutulmamalı ve yitirilmemelidir. 

Çerkes olmak, önce insan olmayı gerektirir. Bunu sağlamanın en kolay yolu ''''dil''''dir. Dilini yaşamak, yaşatmak gerekir.

ABDULLAH GÜNEŞ