Günlerce sohbet edecek birini bulamadığınız oldu mu? Bir filozof gibi düşüncelere daldınız mı yayla başında? Siz hiç kuzularla, koyunlarla, keçilerle birlikte bir sofraya oturdunuz mu? Onlar kır sofrasında, Rabbimizin verdiği yemyeşil çayırlarda doyarken, siz evden getirdiğiniz soğan, ekmek ve domatesle doydunuz mu hiç? Sorular uzar gider. Herkes kendi cevabını versin. Herkesin cevabı farklıdır. Ancak herkesin üzerinde uzlaşacağı bir husus vardır ki, çoban, koyun, keçi, dağ, dere-tepe, dağ-bayır kelimeleri bir araya geldiğinde başta zorluk akla gelir. Zorluğun yanında işin güzellik yanı da var. Kırlarda, dağlarda, temiz hava, bol oksijen, huzur ve özgürlük içindesiniz. Uçsuz bucaksız bir dünyada kral gibisiniz. Şehrin dertlerinden de uzaksınız. Ne trafik derdi, ne maganda derdi var. Ayrıca, dağda, bayırda tabiatla baş başa olunca, düşünmeye de zaman buluyorsunuz. Yaratılmış her şeye ibret ve tefekkür ile bakıyor, bir alim, bir filozof gibi “ilim-hikmete” yakın oluyorsunuz. Eğer tefekkür ve ibret iklimini yaşıyorsanız, çobanlık bu açıdan kutsal bir anlam da taşımaktadır. Çobanlık Peygamberlik mesleğidir. Ebû Hureyre (ra)nın rivayet ettiği bir Hadis-i Şerif'te, Sevgili Peygamberimiz (sav); "Allah Teâlâ hiçbir peygamber göndermemiştir ki davar çobanlığı yapmış olmasın" buyurdu. Bunun üzerine orada bulunan sahabeler: “Sen de mi Ya Rasûlullah?” diye sordular. Peygamberimiz: "Evet, ben de Mekke ahalisi için kırat (ücret) mukabili koyun güttüm" buyurdu. (Buhari, İcâre) Evet, çobanlık zordur, güzeldir, Peygamber mesleğidir. Bunlar elhak doğru. Fakat bu yazıda buna değil de, çobanlığın bir yöneticilik çeşidi olması ve her yöneticiliğin büyük bir mesuliyet, büyük bir sorumluluk gerektirdiği hususlarına dikkat çekmek istiyorum. Zaten yazımın başlığı da buna dikkat çekmek için “çoban ve sorumluluk” şeklinde seçilmiştir. Bu başlığı da Peygamber Efendimiz(sav)in, konuya ilişkin bir Hadis-i Şeriflerinden esinlenerek seçtim. Bu hususta Sevgili Peygamberimiz (sav) “Her biriniz çobansınız ve elinizin altındakinden sorumlusunuz. Yönetici bir çobandır ve elinin altındakileri layıkıyla muhafaza etmekten sorumludur. Erkek ailesinde bir çobandır ve o da eli altındakilerden sorumludur. Kadın da kocasının evinde bir çobandır ve eli altındakilerden sorumludur. Hizmetçi de efendisinin malında bir çobandır ve elinin altındakilerden sorumludur. Dikkat edin! Her biriniz çobansınız ve her biriniz sorumlusunuz.” (Buhari, Ahkâm) Bu Hadis-i Şerif'in belirttiği hususlar kâlbimizden ve zihnimizden biran bile uzak kalmamalıdır. Bu çağda, bu Hadis-i Şerif'te geçen buyruğun uygulamasına olan ihtiyaç daha fazladır. Üzerimizde bulundurduğumuz sorumluluğu biran olsun bile unutmamalıyız. Ancak, aile reisleri başta olmak üzere, herkes sorumluluklarının farkında mı? Yöneticilerimiz büyük bir sorumluluk taşıdıklarının farkında mı? Bir makama gelenler, bir iş için görevlendirilenlerin neyi, nasıl yaptığı konusunda gerekli sorumlulukları maddi ve manevi bakımdan bir bütün olarak üzerinde bulunduruyorlar mı? Yoksa, işin yalnızca yasal tarafıyla mı ilgililer? Daha açıkçasını yazmak gerekirse, kara kaplı kitap dediğimiz mevzuatın gereklerini yerine getirip de (işi maddi olarak kılıfına uydurup da) manevi cihetini, etik tarafını, ahlâki yönünü görmezden mi geliyorlar? Yöneticilerimiz, dünyalarını kurtarmayı düşünüp de, öte tarafı (daha zamanı var diye) öteliyorlar mı? Belki yanlış gözlemlemişimdir. Millet olarak çoğunlukla (elbette diğer milletler de çoğunlukla öyledir) dünyevi ve maddi konularda berilemeyi sever ve “gelsin dünya menfaatleri, beri gelsin” der, manevi konularda ise “daha genciz, daha zaman var” deyip erteleriz, öteleriz. Bir makam bulduk mu, bir yöneticilik duyduk mu hemen atlarız. Makamın, yöneticiliğin uhrevi, manevi sorumluluğu varmış, kimin umrunda! Nasıl olsa, kara kaplı kitapta yazılanlar iş kılıfına uydurularak yerine getirilecek, dünyevi hazlar ve zevkler zirveye çıkarılacak, başkasının önemi yok. Ben şunu iddia ediyorum. Bir makama talip olan kişi, eğer o işi dört dörtlük yapma konusunda, gönüllerimizin ilacı, gözlerimizin siracı ve başlarımızın tacı Kuran-ı Kerim'in hükümleri ve Peygamberimizin Hadis-i Şeriflerinde geçen emir ve tavsiyeleri bir bütün olarak ruhunda mezcetse, yöneticilik görevine bırakın atlamayı ve koşarak gitmeyi, bir atın, bir ateşe itildiğinde geri geri gitmesi gibi bütün gücüyle o göreve atanmamak için direnirdi. Tarihimizde bunun örnekleri vardır. Büyük zatlar, alimler kendilerine yöneticilik görevi verildiğinde o görevden kaçmışlardır. Çünkü sorumluluğunun farkındaydı onlar. Biz ise işin ve sorumluluğun farkında değiliz. Sorumluluğumuzun farkında olmayan bir yapımız olduğu gibi, sorumluluktan kaçan bir yapımız da var. “Nerde iş görürsen siviş, nerde aş görürsen yanaş”, sözü biz de yaygın kullanılan bir sözdür. Bilmiyorum bu sözün benzeri başka toplumlarda var mı? Sözü uzatmaya gerek yok. Özetle söylemek istediğim şu: “İster ailede, ister aile dışında yöneticilik ve sorumluluk” noktasında çok da şuurlu olduğumuz söylenemez. Bu toplumda, Peygamberimizin Hadis-i Şeriflerinde dile getirdiği sorumluluğu üzerinde bihakkın taşıyanlarımızın oranı sizce kaçtır? Bir oran vermek elbette mümkün değil. Ancak, kendime ve çevreme baktığımda, çok düşük oranlarda olduğunu tahmin ediyorum. Yazımı bir dua ile bitiriyorum: “Allah (cc), Ailemizde ve toplumumuzda yöneticilik ve sorumluluk noktasında sahip olmamız gereken bilincimizi artırsın ve bu bilinci davranışlarıyla da tam ve muntazam bir şekilde hayata geçirenlerden eylesin.” Amin.