1972 yılında İsveç'in Stokholm kentinde yapılan ilk Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı'nda alınan bir kararla, 5 Haziran günü Dünya Çevre Günü olarak kabul edildi. Bu Konferans sonunda, "Birleşmiş Milletler İnsan Çevresi Bildirisi" kabul edilmiştir. Bu bildiride, tüm insanların sağlıklı bir hayat için temiz ve yemyeşil bir çevrede yaşama temel hakkından sözedilmektedir. Dünya BM çevre konferansları 1972 yılından itibaren neredeyse her on senede bir tekrar etmiştir. Her BM çevre konferansında özellikle sağlıklı ve temiz bir çevrede yaşamanın bir hak olduğunun altı çizilmiştir. Bu hak yalnızca uluslar arası metinlerde değil, ulusal metinlerde de mevcuttur. Çevre hakkı 1982 Anayasasında da mevcuttur. Anayasanın 56. maddesinde sağlık hizmetleri ve çevrenin korunması başlığı altında; “herkes, sağlıklı ve dengeli bir çevrede yaşama hakkına sahiptir. Çevreyi geliştirmek, çevre sağlığını korumak ve çevre kirlenmesini önlemek Devletin ve vatandaşların ödevidir” hükmü bulunmaktadır. Bu hakkın uygulamasını gösteren Çevre Kanunu 1983 yılında çıkartılmıştır. Kanun çıkartılmakla birlikte çevre yönetimi ve çevre koruma konusunda yetkili kurum ve kuruluşlar da oluşturulmuştur. 1987 yılında Çevre Müsteşarlığı kurulmuştur. Bu Müsteşarlık 1991 yılında Çevre Bakanlığı seviyesine yükseltilmiştir. Günümüze kadar uzanan çizgide çevre yönetimi birkaç aşamadan geçmiştir. 2003 yılında çıkartılan 4856 sayılı Kanunla Çevre Bakanlığı, Çevre ve Orman Bakanlığına dönüştürülmüştür. Bu hususta en son yasal değişiklik 2011 yılında gerçekleştirilmiş ve 644 sayılı KHK ile Ç:evre ve Şehircilik Bakanlığı kurulmuştur. Bu Bakanlıkla birlikte başka bazı kurum ve kuruluşlar da çevre koruma, geliştirme ve çevre kirliliğini önlemede söz sahibidir. Bunların başında belediyeler gelir. Bu durum itibariyle mevzuat ve teşkilat yönünden çevre korumasız değil. Her şey planlanmış ve düşünülmüş. Buraya kadar her şey normal ve güzel. Evet, çevre hakkı ve hukuku var. Çevre ile ilgili kurum ve kuruluşlar var. Bugün Dünya Çevre Günü, yani çevre günümüz de var. Peki, çevre ne âlemde? Nasıl şehirler? Nasıl dağlar, kırlar? Nasıl çevremiz? Nasıl tabiat? Nasıl derken temiz mi, kirli mi? Korunmuş mu, bozulmuş mu? Bunu soruyorum. Kısacası uygulamayı soruyorum. Özellikle Çevre Bakanlığının kurulduğu 1991 yılından bugüne, çevre koruma ve geliştirme alanında bazı ilerlemeler ve bariz gelişmeler olsa da, çevre sorunları varlığını devam ettirmektedir. Tamam, bazı sanayi tesislerinde su kirliliğini (deşarj) önleyici atıksu artıma tesisi, hava kirliliğini (emisyon) önleyici filtre ve benzeri tesisler kurulmuş vaziyettedir. Özellikle büyük Belediyeler atıksu arıtma tesislerini ve düzenli çöp depolama tesislerini kurmaktadırlar. Faaliyetlerin kurulma aşamasında ÇED (Çevresel Etki Değerlendirme) zorunluluğu getirilmektedir. Toplumda çevre bilinci artmaktadır. Bunlar güzel gelişmelerdir. Gerçekten de geçmişi düşündüğümüzde bunlar güzel gelişmelerdir. Bu satırların Yazarı, çevre koruma ve geliştirme faaliyetlerinin 1992 yılından beri (tam 20 yıldır) içindedir. Gelişmeleri yakından takip etmiştir. Bir sanayi bölgesinde tek tük atıksu arıtma tesisi mevcutken, şimdi sanayi bölgelerinde atıksu arıtma tesisi olmayan tesisler tek tük kalmıştır. Bu hususta bir başka çarpıcı bilgi şöyledir: Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK) istatistiklerine göre, 2010 yılı itibariyle belediyelere ait 39'u fiziksel, 199'u biyolojik, 53'ü gelişmiş ve 35'i doğal arıtma sistemi olmak üzere toplam 326 atıksu arıtma tesisi bulunmakta ve bu tesisler ile 438 belediyeye hizmet verilmektedir. Atıksu arıtma tesisleri ile hizmet verilen belediye nüfusunun oranı ise Türkiye nüfusu içinde %52, toplam belediye nüfusu içinde %62 olarak hesaplanmıştır. Bu oranlar çok değil, 10-15 yıl önce %1'ler seviyesindeydi. Bu gelişmeler gerçekten güzel ve sevindiricidir. Bu gelişmeler sevindirici olsa da elbette yeterli değil. Ne zaman ki, yukarıdaki oranlar yüzde yüze ulaşır o zaman yeterli diyebiliriz. Bir de tesis kurmakla iş bitmiyor. Kurulu tesisleri rantabl ve gerektiği gibi çalıştırabiliyor muyuz? Tüm fabrikalar ve sanayi tesisleri sıkı ve etkin bir şekilde denetlenebiliyor mu? Bunlar önemli. Bu sorunların yanında hâlen büyük şehirlerde, gürültü ve görüntü kirliliği insanımızın huzur ve sükununu bozmaktadır. Ayrıca, çöp sorunu ve çevre kirliliği hâlen can sıkıcı boyuttadır. Hâlen şehirlerimizde yeşil alanlar azdır. Hâlen hava kirliliği bazı şehirlerimizde baş belasıdır. Bu şehirlerden birisi de memleketim Kahramanmaraş'tır. Su kirliliği hâlen bazı memleketlerimizde büyük sıkıntı oluşturmaktadır. Bu şehirlerden birisi yine memleketim Kahramanmaraş'tır. Hâlen şehirlerimiz beton yığını bir görüntü vermektedir ve yeşil alan çok azdır. Yeşil alanların az olduğu şehirlerden birisi yine memleketim Kahramanmaraş'tır. Çevre sorunları daha sayayım mı? Haa, unutmadan söyleyeyim bir de cep telefonları ve baz istasyonlarından kaynaklana bir büyük çevre ve sağlık sorunumuz daha var. Bu elektromanyetik dalgalar kirliliği dalga dalga bizi esir almakta ve beyin hücrelerimizi tahrip etmektedir. Bu sorun bir felakettir. İleride daha büyük felaketlere yol açmasından korkulmaktadır. Evet, bugün Dünya Çevre Günü dolayısıyla küçük bir sohbet ve hasbıhâl yaptık sizlerle. Başlığa da hâyalimi yazdım. Dilerim yemyeşil, tertemiz, dört dörtlük bir çevre hepimizin hayali olmaktan çıkar ve gerçekleşir. (Bu hayâl değil esasında bir idealdir. Bu idealin nasıl gerçekleştirileceğini de bir başka yazıda yazacağım İnşaallah) Bu duygu ve düşüncelerle Çevre Gününüzü kutlarım. Güzel günler ve tertemiz bir Dünya sizlerin olsun.