Diğer ciltlerini inceleyip herhangi bir yazı hazırlamayı düşünmüyordum; ancak ileriki günlerde 4. ve 5. cildini inceleyince fikrimi değiştirdim. Özellikle de “İkinci Dünya Savaşı”nı konu alan, 5. ciltten çok şeyler öğrendim. 20 yüzyılın her on yıllık diliminin bir cilde sığdırıldığı, fotoğraf albümünün 5. cildi olan “1940'lar” isimli çalışma 1940”“1950 yılları arasını kapsar.[2] Bahse konu olan çalışma Türkçe, İngilizce ve Fransızcadan oluşmaktadır. Buradaki fotoğrafların hemen hemen hepsi II. Dünya Savaşı ve özellikle de cephe gerisine yöneliktir. Bunun dışındaki fotoğraflar ise yine savaş ile doğrudan olmasa da dolaylı bir ilişkisi vardır. Fotoğraf albümünün bu cildinde bulunan fotoğraflar hakkında mütevazı bazı değerlendirmeler yapmak istiyorum. II. Dünya Savaşı'nın yakın bir zamanda çıkacağını birçok devlet sezmiştir. Bu durumun farkında olan ülkeler hazırlıklarına çok önceden başlamıştır. Bilindiği üzre her iki dünya savaşında da Amerika sonradan savaşa katılmıştır. Gerçek gücünü düşmana göstermemeye çalışmıştır. Elindeki atom bombasını saklayarak işlerin kötüye gittiğini anladığı an, savaşa müdahale etmiştir. Fotoğraflarda bu iki durum açık ve net olarak görülür. İngiltere II. Dünya Savaşı'nı kazanmak için elindeki bütün gücü seferber etmesini bilmiştir. Yine fotoğraflardan anlaşılacağı gibi İngiltere'de kadınlar tarihte ilk kez askere çağrılmıştır. Kadınların çalışmaları ve fedakârlıkları göz doldurmaktadır. Gerek askeri mühimmat gerekse cephe gerisindeki çalışmalarıyla ilgili onlarca fotoğraf bulunmaktadır. Yapılan sığınaklar ve bu sığınakların kullanılmasına yönelik halkın bilinçlendirilmesi dikkat çeker. Öbür taraftan atık maddeler geri dönüşüm yoluyla askeri malzemeye, oyuncak fabrikaları dahi silah fabrikasına çevrilmiştir. Sinema sanatçıları propaganda'nın aracı olmuştur. Hitler'in zulmüne uğrayan Yahudiler acılarının paylaşılmasına yönelik Yahudi yönetmenlerden istifade etmesini İngiltere ve ABD bilmiştir. Editör savaşta en çok işçiler ile aktörlerin işlerinin yoğun olduğunu belirtir. Bombalanan İngiltere'nin bir şehrinin bir caddesinin hemen sonrasında ressam Ethel Gabain'in bu sahneyi fırça ile resme dökerkenki tavrı bunu çok güzel açıklar. (s.100) Savaş sırasında Amerika'da yaşam süren Japonların, İngiltere'de yaşayan Alman ve İtalyan'ların birer potansiyel düşman gibi görüldüğü uzmanlarca bilinir. Örneğin Amerika'daki Japonlar yaşadıkları yerlerden ülkenin değişik yerlerine tehcir ettirilir. İngiltere'de yaşayan Alman ve İtalyanlar da kamplarda gözaltında tutulmuştur. Buna yönelik iki resim bulunmaktadır. (s.110/111) Ülkemiz, tarihimiz ve insanımızın daha iyi ve doğru anlaşılmasına yönelik yapılan yerli çalışmalarda objektif ve sağlıklı bir bakış maalesef çıkmamaktadır. Bu toprakların yetiştirdiği insanların genel özellikleri sıralanırken olumlu özellikler ”“zaman zaman abartılı da olsa- yerli yazarların eserlerinde haklı olarak gündeme getiriliyor. Ancak genelde Doğu toplumları ve özelde Türk insanlarının kötü alışkanlıkları, kusurları, zaafları sanki ısrarla görmezden geliniyor. Doğu toplumlarını yakından tanıma fırsatı elde eden yabancı seyyah, gazeteci, diplomat ve yazarların eserlerinde ise acı gerçeklerimiz yüzümüze vuruluyor.[3] Bunlardan sadece birisine burada değinmek istiyorum. Doğu toplumları, Türkler, Müslümanlar vs. işlerinin üzerinde durmazlar. Eş, çocuk gibi birçok önemli değeri hor görmeyenlerin ezici bir çoğunluğu aşını ve işini çok rahat bir şekilde hor gördüğü tarihi bir vakıadır. Batı insanın iş ahlakına, saygı duymamanın, şapka çıkarmamanın hakbilirlik olmayacağını düşünüyorum. Kendilerinden bu noktada da alacağımız çok dersler olduğuna kanaat getiriyorum. Konuyla örtüşen iki fotoğrafı da kısaca şöyle anlatabilirim. 1940 Eylül ve Ekim tarihli fotoğraflar bombalanmış Londra'nın bir caddesini göstermektedir. Her yer tarumar olmuş, apartmanlar yerle bir olmuş, itfaiye ekibi yangını söndürmeye çalışıyor. Postacı hiçbir şey olmamış gibi, sıradan bir günkü gibi caddede bulunan posta kutusundaki mektupları torbaya koyuyor. Aynı zamanda kitabın kapak fotoğrafı olan diğer fotoğrafta da sütçü enkaz üzerinden yürüyerek süt servisini yapmaya devam ediyor.(s.98”“99) Batı âleminin bilim ve teknikteki başarısına yönelik fotoğraflar çok çarpıcıdır. 1948 model Morris Oxford arabanın eksi 40 derecedeki buz testinden geçtiği fotoğraf ile içinde sürücünün olduğu üç milyon voltluk elektriğin verildiği yıldırım testinin yapıldığı fotoğrafları bu kategoride değerlendirilebilir.(s.324”“5) Batı insanının zihni gelişmişliğinin alt yapısı olarak kitaba verilen önem çok önemlidir. Küçüklükten itibaren eğitimli insanların önemli bir kesimine okuma alışkanlığı kazandırılıyor. Bu bireyler için artık kitap hayatın bir parçası olmaktadır. Kitabı elinden düşürmeyen, kitap okumayı diş fırçalamak, ibadet etmek gibi gören nesiller yetişiyor. Bu konuyla ilgili iki kışkırtıcı fotoğrafa değinmeden geçemeyeceğim. 101. sayfada bulunan fotoğraf 1941 yılında bombalanmış Holland House'daki Earl of Ilchester Kütüphanesi'ni göstermektedir. Kömür enkazı haline gelmiş kütüphanede dahi birkaç yetişkin kitap karıştırmaktadır. Diğer fotoğrafta felçli, kımıldamayan mühendis Kenneth Evans'ın mikrofilm sistemiyle kitap okuduğunu göstermektedir.(s.391) I. ve II. Dünya Savaşı'nın galibi, Soğuk Savaşın en güçlü aktörü, ABD 20. yüzyılda hep cazibe merkezi olmuştur. Amerikan vatandaşlığına geçmek isteyenler geniş kitleler halinde Amerika'ya akın etmiştir. Buna yönelik iki fotoğraf oldukça etkileyicidir. İlki 1940 yılında Amerikan vatandaşlığına geçen Nobel ödüllü bilim insanı Albert Einstein, eşi Margot ve sekreteri Rene Dakas'ın; ABD vatandaşlığına geçiş aşamasında yaptığı yemin törenine aittir. Diğeri de ABD vatandaşlığına geçmek isteyen göçmenlerin başvuru esnasında oluşturduğu çok uzun kuyruklara yönelik fotoğraftır. (s.272-3) Tarih dersi ülkemizde maalesef milletlerin savaşları, savaşlardaki ölü, yaralı ve gazi sayısı üzerinden anlatılmaya çalışılıyor. Böylesi bir yaklaşım tarih ve sosyal bilimleri sıkıcı hale getirmektedir. Cephe gerisinde yaşanılanlar adeta cephedekilerden çok farklı bir boyutta daha büyük bir savaş mahiyetindedir. Cephe gerisinde insanların yaşadığı yokluk, yoksulluk, acılar dikkatlerden kaçmaması gerekir. II. Dünya Savaşı'na fiili olarak katılmayan ülkemizde dahi çok büyük acılar yaşanmıştır. Yoksulluk ve yokluk bu yıllarda kendisini Anadolu'da göstermekten kaçınmamıştır. Bu dönem cephe gerisinde ekmeğin karne ile alındığı, askeri birliklerimizde dahi açlıktan ölen askerlerin olduğu bir dönemdir.[4] Hal böyle olunca savaşı yaşayan ülkelerin yaşadığı felaketlerin haddi hesabı yoktur. Giysilerin ve gıda maddelerinin karne ve kuponla verilmesiyle epey fotoğraf mevcuttur. Bir fotoğraf göründüğünden daha fazlasını anlatmaktadır. Croydon'da bir dükkânda üst sınıftan olan bazı kadınlar çorap giymiş şekilde bacaklarını boyatıyorlar. Giysi puanlarını da başka şekilde değerlendirmekteler.(s.307) Esirlere yönelik fotoğrafları görünce nedendir bilinmez “galibiyetin sahibi çoktur. Mağlubiyetin sahibi yoktur” sözünü anımsadım. Bunlarla ilgili bir fotoğrafı anlatmakla yetineceğim. Buchenwald Kampı'nda gaz odalarına alınmadan önce esirlerin önemli eşyalarının alındığını belirtir editör. Esirlerden alınan yüzüklerin, altın dişlerin ayrı bölümlerde toplanılıp büyük bir kutuda biriktirildiğiyle ilgili bir fotoğraf insanın içini titretiyor. (s.154) Her savaşın kurbanlarından olan çocuklarla ilgili fotoğraflar az ama bir o kadar etkileyicidir. Teslim olmuş 5 yaşlarındaki çocuğun, kocaman top güllenin başında oturup dondurma yiyen çocuğun fotoğrafı tam bir ibretlik olarak yorumlanabilir. Şarapnel parçalarını “Savaşa yardım etkinliği” kapsamında toplayan çocuklar ve yetkililere vermeyip de oyuncak olarak kullanan çocukların fotoğrafları aslında çok şeyi anlatıyordu.[5] Savaşla ilgili fotoğraflarda editör bilinçli olarak şiddet sahnesiyle ilgili birkaç fotoğraf dışında albüme koyulmamıştır. Bu fotoğraflarda da yeni ölmüş cesetlerden oluşan büyük topluluklar, onlarca kuru kafa vs. gibi sansürlenmemiş fotoğraflardır. Fotoğrafların önemli bir kesimi II. Dünya Savaşı'nın galiplerinin istediği pozlar şeklinde yorumlanabilir. Örneğin yenilen ülkelerin özellikle de Almanların yaptığı vahşet gün yüzüne çıkarma yoluna gidilmiştir. İnsanın aklına şöyle bir soru da gelmiyor değil. “Acaba savaşı Hitler kazansaydı, Müttefik kuvvetlerin uyguladığı vahşetler ne şekilde gösterilirdi?” Editör Nick Yapp, fotoğrafları seçerken çok titiz davranmıştır. Fotoğraflardan yerli yerinde kullanılmaya çalışılmıştır. Savaşın masa başında yöneten aktörlerinden, ölüme koşanlar, gaziler, yoksulluk manzaraları, sinema ve sanatın savaşta propaganda aracı olarak kullanılması, bombaların üzerinde oynayan çocuklar, ölüm kampları, esirlik halleri, şiddet sahneleri, sinema ve sanatçıların savaşın emrine verilmesi vb. gibi birçok alan ve anlamda fotoğraf vardır. Fotoğraflar üzerinden II. Dünya Savaşı'nı öğrenmek isteyenlere bu eseri salık verebilirim. [*] Eğitimci, E-posta: [email protected] Blog Adresi: http://kitaplarinbaskenti.blogspot.com [1] “Fotoğraflarla 20 Yüzyılın İlk Çeyreğinin Sosyal Tarihi” isimli yazımıza blog adreslerini açabilenler http://kitaplarinbaskenti.blogspot.com/2011/03/fotograflarla-20.html açamayanlar ise http://erzurumgazetesi.com.tr/default.asp?page=yazar&id=2776 linkinden ulaşabilir. [2] Nick Yapp, Fotoğraflarla 20. Yüzyılın Sosyal Tarihi: 1940'lar, Çeviri: Canan Feyyat, 400 sayfa, 2005, İstanbul, Literatür Yayınlar [3] The New York Tımes'in İstanbul muhabiri olarak uzun süre görev yapan Stephen Kınzer, Türkiye gözlemleriyle ilgili yazdığı kitapta (Hilal ve Yıldız: İki Dünya Arasında Türkiye, 3. Baskı, 2002, İstanbul, İletişim Yayınları) yabancıların yerlilere göre daha sağlıklı gözlem yapmalarıyla ilgili ilginç bir ayrıntıyı verir. Yabancıların gözlem yaptığı ülkeyi incelerken o ülkedeki bir partinin, herhangi bir düşünce grubunun taraftarı olmaması, olay ve olgulara üstten bakabildiğini, oysaki aynı yazarın kendi memleketinde ister istenmez yaftalanmak gibi bir durum ile karşı karşıya geldiğini, belirtir. Kinzer'in söylediklerini katılıyorum. Bizim yerli aydınlarımızın ulusal bir pencereden bakmadıklarını kendi partisi, cemaati, siyasi ve felsefi düşünce yapısının dışına çıkamadığını, dolayısıyla enerjisinin büyük bir kesimini içerde didişmeye harcadığını söyleyebiliriz. [4] Rahmetli babam II. Dünya Savaşı yıllarında İstanbul'da 30 küsur ay askerlik yapmıştır. Bu dönem yaşadıklarını annemden dinlemiştim. İlk aylarda mutfakta askerin yemeğe yardım etmek için görevlendirildiğini, daha sonraki zamanlarda görevli askerlerin çiğ patatesleri yemek öncesi tüketip yemeğe bir şeyler kalmadığı için askerlerin mutfağa alınmadığını söylemiş. Babayiğit bir askerin yemek sonrası sofradan kalkarken söylediği “Karnımı doyuran bir devlet olaydı da ölene kadar askerlik yapaydım” sözü sanki benim kulaklarıma söylemiş gibi hissediyorum. [5] Çocukların savaşlarda ve hemen akabinde kurban olma hikâyesi çok acı vericidir. Şarapnel parçasıyla oyun oynayan fotoğraflardaki o çocuklar şanslıdır. Şüphesiz herkes o çocuklar kadar şanslı değildir. Bununla ilgili aile tarihimizden bir örneği paylaşabilirim. Bir amcamız Antep Harbi sonrası yıllarda çocuk yaşlarda bulduğu, ilk kez bilmediği şarapnel parçasını ezmeye çalışırken ağır yaralanır. Köyden o zamanki imkânlar ölçüsünde şehre gelene kadar, hakkın rahmetine kavuşur.