Bu trafik kuralını defalarca denedim. İç Anadolu'nun ulularından Erciyes Dağı'nın, Tekir Yaylası'nın zirvesine hangi hızla çıktıysam yine aynı hızla inmem gerektiğini tecrübe edindim. Çıkarken çok yavaş çıkmak zorunda kaldığım virajlı rampalardan inerken, çıktığımdan daha fazla hız yapamadım. Trafikteki sürüş deneyimlerim ile yaşam yolculuğundaki karşılaştığım durumları kıyasladım ve aralarında çok büyük benzerlik olduğunu fark ettim. İnsanlar kariyerlerinin zirvesine hangi hızla çıkmışlarsa orada tutunmaları veya oradan aşağıya inmeleri aynı hızla oluyor. Yaşadığımız toplumun her kesiminden büyük bir beğeni toplayan, yılların eskitemediği sanatçılara bir bakın. Bulundukları noktaya otuz kırk yılda ulaşabilmişler. Ama bu gün hala zirve yarışındalar. Zirveden kopmuyorlar. Çünkü bu noktaya ulaşabilmek için çok emek ve zaman harcamışlar. Peki, bir de akşamdan sabaha sanatçı oluverenlere bir bakalım. Hani bazıları turfanda sanatçı diyor ya işte onların durumunu bir inceleyelim. Yaptıkları iş ile ilgili ciddi bir eğitim almadan ve olmadan yani pişmeden, sanatçıyım diye kanal kanal gezenlerin akıbetini sizler çok iyi biliyorsunuz. Sadece medya ve para desteğiyle, birikimsiz, deneyimsiz, yeteneksiz ve emeksiz bir kariyer, sağlıklı ve kalıcı bir kariyer olmuyor. Sanatçılar açısından bu şekilde olan durum diğer meslekler için de aynıdır. Her hangi bir alanda marka olmak isteyen kişi ve kurumlar, ciddi bir eğitim almak durumundadırlar. Sadece eğitim değil, sabır, sebat, deneyim, takım ruhu, ciddiyet, titizlik, yüksek kalite standardı gibi birçok unsuru içeren toplam kaliteyi, yaşam felsefesi olarak benimsemişlerdir. Yeryüzünde asırlardır süregelen usta çırak ilişkisi ve topraklarımızda yaşayan ahilik kültürü, bir mesleğe verilen önemin ve emeğin simgesi olmuştur. Çıraklığı tamamlamadan kalfa olunamadığı gibi kalfalık sürecini bitirmeden de usta olunmamıştır. Eğitimlerin başında yer aldığı için ustaya, büyük saygı gösterilmiştir. Özellikle usta çırak ilişkilerinde; usta tam olarak yetiştirmediği çırağına icazet vermemiştir. Yetişmeyen çırağa, diploma verip mezun etmemiştir. Emeksiz yemek olmayacağı gibi, zahmetsiz rahmetin beklenmesi de doğru değildir. Yani bir ustanın yetişmesi için, hem ustanın hem çırağın çok çalışması ve emek vermesi gerekmektedir. Ekonomik olarak güçlü olan ve yıllardır adından söz ettiren kişi ve kurumlara bakın. Durum pek farklı değildir. Meşru yollardan holding düzeyinde güce sahip olan ve bu gücü devam ettiren kuruluşlar, akşamdan sabaha holding olmamışlardır. Sermaye yatırmışlar, emek harcamışlar, yatırım yapmışlar ve mutlaka dürüst olmuşlar. Geçmiş yıllar içinde sayısız defa ekonomik kriz yaşamalarına rağmen, sendelemişler, tökezlemişler ama yıkılmamışlar. Tez zamanda zenginliğe kavuşanların durumu ise tez zamanda batmak olmuştur. Meşruiyet temelinden ve dürüstlükten yoksun olarak, kısa zamanda büyük servetlere sahip olan kişiler, ilk ekonomik krizde can çekişmeye başlamışlar ve iflas ederek ekonomik camiadan silinmişlerdir. Konfüçyüs'ün; [B]“Hiç kimse başarı merdivenlerini, elleri cebinde çıkmamıştır.”[/B] Sözünü çok anlamlı buluyorum. Çünkü başarmak için; zahmet çekmek, emek vermek ve terlemek gerekir. Başarı, durduk yerde kendiliğinden ortaya çıkmıyor. Başarmak isteyen azimli insanların yoğun çabaları sonucunda gerçekleşiyor. Gerçek başarıya ulaşmanın, uzun soluklu bir çaba olduğunu anlatan çok güzel bir öykü var. Kavak ile kabağın öyküsü. Bu öyküyü ilk defa Genç Gelişim Dergisi'nde okumuştum. Daha sonra birçok internet sitesinde de karşılaştım. Bu öyküyü ben de sizlerle paylaşmak istiyorum. Ulu bir kavak ağacının yanında bir kabak filizi boy göstermiş. Bahar ilerledikçe bitki, kavak ağacına sarılarak yükselmeye başlamış. Yağmurların ve güneşin etkisiyle müthiş bir hızla büyümüş ve neredeyse kavak ağacı ile aynı boya gelmiş. Bir gün dayanamayıp sormuş kavağa: ””Sen kaç ayda bu hale geldin ağaç? “””On yılda.” demiş kavak. “””On yılda mı?” diye gülmüş ve çiçeklerini sallamış kabak. Kabak biraz da kibirlenerek, kavak ağacı ile kendini eşit konumda görmüş ve hatta ulu kavak ağacını küçümsemiş: ””Sen çok uğraşmışsın. Çok yavaş büyümüşsün. Bak bana! Ben neredeyse iki ayda seninle aynı boya geldim. Kavak ağacı bakmış ki, kabak sözden anlayacak durumda değil, hiç polemiğe girmemiş: “””Doğru.” Demekle yetinmiş. Günler günleri kovalamış ve sonbaharın ilk rüzgârları başladığında kabak üşümeye sonra yapraklarını düşürmeye, soğuklar arttıkça da aşağıya doğru inmeye başlamış. Sormuş endişeyle kavağa: ””Neler oluyor bana ağaç? “””Ölüyorsun!” demiş kavak. ””Niçin? ””Benim on yılda geldiğim yere, iki ayda gelmeye çalıştığın için. Bir kavak ağacından ya da bir çınardan ulu diye söz edebilmemiz için on sene, yirmi sene hatta elli sene geçmesi gerekebilir. Neredeyse yarım asırlık bir çabanın ürünüdür koca çınarlar. Oysa kabak bitkisinin serüveni sadece iki ayla sınırlıdır. Bu nedenle iki aylık bir macera ile yarım asırlık uzun bir yolculuğu aynı kefeye koymamız mümkün değildir. Çalışıp çabalamadan, terlemeden, emek vermeden gelinen noktayı, başarı olarak tanımlayamayız. Ayrıca kabak bitkisinin yaptığı gibi, kolay kazanılan kolay kaybedilir. Yaptığımız işlerde markalaşmak istiyorsak, kendimize ve işimize emek vermeliyiz. [B]Yazara mesaj:[/B] [email protected] www.yusufyesilkaya.net [B]Not:[/B] Bu yazı; www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com.tr , www.gelisimbahcesi.com ve www.kisiseldunyam.com web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.