Yönetici olarak görev yaptığım okula vardığımda bahar neşesini öğrencilerimin yüzlerinde de gördüm. Okul bahçesinde toparlanıp sıra olduktan sonra öğrencilerimizi sınıflarına yerleştirdik. Ders başladı ve ben de kendi odama girdim. Dışarıdaki temiz havanın aksine çalışma odam havasız kalmıştı. Bu güzel havada insanın içeriye girmeyi canı bile istemiyordu. Ama halletmem gereken bir yığın iş olduğu için odamda çalışmak zorundaydım. İçeriye temiz hava girmesi için odanın pencerelerini açtım. Dışarının havası içeriye girince biraz rahatlamıştım. Masamın başına geçip bilgisayarımı henüz açmıştım ki, birinci sınıf öğrencisi İrem geldi. İrem, elindeki kâğıtları bana uzatarak: “””Öğretmenim, bunları öğretmenimiz gönderdi.” diyerek öğretmeninin gönderdiği raporları verdi. Elindeki raporları alarak İrem'e teşekkür ettim ve iyi dersler dileyerek odamdan gönderdim. Tam İrem kapıyı kapatırken, pencere açık olduğu için cereyan yaptı ve kapı hızla çarpıldı. İrem kapıya tıklatarak tekrar içeri girdi ve kendisinden hiç beklemediğim şu sözleri söyledi: ””Özür dilerim öğretmenim. Kapınızı çarpmak istememiştim. Minik İrem'in bu duyarlılığına hayran kalmıştım. Yerimden kalktım ve İrem'in yanına vardım. İrem'in yüreğindeki masumiyet gözlerinden okunuyordu. Çömelme durumuna geçerek İrem ile boyumu eşitledim. Gözlerine şefkatle bakarak başını okşadım ve onu yüreklendirdim: ””İremciğim, kapının çarpılmasına sen sebep olmadın. Gördüğün gibi pencere açık ve cereyan yapıyor. Bak penceremizi kapatırsak kapımız hızlı çarpmaz. Pencereyi kapattım ve İrem'e tekrar iyi dersler dileğiyle sınıfına gönderdim. İrem, odamdan çıkıp gitmişti ama ben minik bir çocuğun görgü kurallarını bu denli içselleştirmiş olmasının şaşkınlığını yaşıyordum. İrem'i yüreğimde alkışladım. Sadece İrem'i değil. Onu yetiştiren aileyi ve onu yetiştiren öğretmeni de alkışladım elbette. Eğitim ve öğretim sözcüklerini birlikte söyleriz. Çünkü bu iki sözcük birbirinin bütünleyicisidir. Bir eğitim kurumunda bu iki kavramdan biri ihmal edilirse istenilen hedefler gerçekleştirilemez. SBS, OKS, ÖSS ve KPSS gibi açılımını söylemeye gerek kalmadan toplumun büyük bir çoğunluğunun aşina olduğu sınavlara hazırlanan öğrenciler için öğretim kavramı ön plana çıkmaktadır. Çünkü öğrenciler, milyonların katıldığı bu zorlu yarışta başarılı olabilmek için çalışıp bilgi öğrenmek zorundadır. Bütün derslerde öğrenmek ve bütün testlerde başarılı olmak mecburiyetindedirler. Sınıflar ve okullar bazındaki dereceye girme yarışında maalesef öğrenciler, sınavdan başka bir şey düşünemez hale gelmektedirler. Okulda sınav, dershanede sınav, evde sınav, oyunda sınav, sınav, sınav, sınav”¦ Okulda ve ailede yaşanan sınav kaygısı öğrenciyi, sürekli bilgi öğrenmeye, test çözmeye, deneme sınavı yapmaya zorlamaktadır. Bütün bu sınav hazırlıkları gerçekleşirken eğitim kavramı arada kaynayıp gitmektedir. Deneme sınavlarında dereceye giren başarılı öğrencilerin yaptığı davranış hataları görmezden gelinirken, sınavlarda başarı gösteremeyen öğrencilerin yaptıkları hatalar abartıldıkça abartılıyor. Başarılı öğrencinin yaptığı hatalar herkes tarafından bilindiği halde göz yumulurken, başarısız öğrencinin hatalarının üstü açılır ve üstüne gidilir. Zaten başarısız olan öğrenci yapılan bu ayrım karşısında tecrit edilmiş duygusuna kapılır. Eğitimdeki seçilmiş öğrenci olmanın yerine öğretimde seçilmiş öğrenci anlayışı geçince çok farklı durumlarla karşılaşabilirsiniz. Hatta karşılaştığınız manzara karşısında ne yapacağınızı şaşırabilirsiniz. Ben şaşırdım da onun için söylüyorum. Bir orta öğretim kurumunda iki öğrenci kavga etmişler. Okul idaresi her iki öğrencinin de velisini okula davet etmiş. Kavgaya sebep olma noktasında her iki öğrenci de aynı derecede hatalı. Okul müdürü, öğrenci velilerine durumu anlatmaya çalışıyor. Lakin öğrenci velilerinden birisi çok ilginç bir teklif getiriyor: ””Bakın müdür bey, benim çocuğum başarılı bir öğrenci. Oğluma ceza verip sicilini bozamazsınız. Ama diğer öğrenci zaten pek başarılı bir öğrenci değilmiş. Ona istediğiniz cezayı verebilirsiniz. Bu sözleri duyan diğer veli ses tonunu yükselterek bir adım öne çıkıyor: ””Yok yaaaa. Sana ne benim çocuğumun başarısından. Asıl sen kendi çocuğunun şımarıklığına bir ders ver. Müdür bey, asıl cezayı onun çocuğuna verin. Okul müdürü ortalığı yatıştırmaya çalışıyordu: ””Sayın velilerimiz lütfen sakin olun. Amacımız çocuklara ceza vermek değil. Biz bu çocukları kazanmak istiyoruz ve sizin yardımınıza ihtiyacımız var. Ayrıca çocuklar arasında başarılı başarısız şeklinde ayrımcılık yapmak bize ve öğrencilerimize bir şey kazandırmaz. Okul müdürünün bu konuşmasından sonra veliler, biraz mahcup bir tavırla tekrar konuşmaya başladılar ve sorunun çözümü için olumlu adımlar attılar. İki veli, okuldan birbirinin elini sıkarak ayrıldılar. Okulda uyulması gereken kurallar varsa bu kurallar bütün öğrenciler için geçerlidir. Başarılı öğrencilere ayrı başarısız öğrencilere ayrı kural konulamaz. Başarılı başarısız ayrımı, okul ortamında eğitim kavramını kaybolmasına neden olur. Öğretim ön plana çıkar. Derslerinde başarılı öğrenciler, el üstünde tutulur. Ve bu ayrım okulda kaosa yol açar. Dahası başarılı başarısız ayrımını, zengin fakir, güzel çirkin ayrımı izler. Bunun da sonucu kargaşa çıkar. Peki, bu durumda ne yapmalıyız? Başarılı öğrencilere mi sahip çıkmalıyız yoksa terbiyeli öğrencileri mi desteklemeliyiz? Başarılı öğrenci mi yetiştirelim yoksa başarıyı göz ardı edip terbiyeli öğrenci yetiştirmeye mi çalışalım? Hangisini yapalım? Yapmamız gereken aslında çok basittir. Türk Milli Eğitiminin Genel Amaçlarını ve Türk Milli Eğitiminin Temel İlkelerini tekrar tekrar gözden geçirmeliyiz. Bu iki unsuru yani genel amaçları ve temel ilkeleri iyice öğrenip içselleştirebildiğimiz zaman, hem eğitim hem de öğretim kavramlarının birbirinden ayrılamaz olgular olduğunu görebiliriz. Başarılı olan, derece yaparak okulumuzun ve ailemizin yüzünü ağartacak öğrenciler yetiştirelim derken eğitim boyutunu ihmal edemeyiz. Yasalara saygılı, toplumun geleneklerini, örflerini benimsemiş, görgü kurallarını yaşamında hayata geçirmiş, kendisine ve çevresine saygılı bireyler yetiştirebilmek için hem eğitim hem de öğretim boyutunu birlikte ele almalıyız. Birinci sınıf öğrencimiz İrem'in kendisinden beklenmedik şekilde görgü kurallarını uygulaması nasıl hoşumuza gidiyorsa, onun nezaketli tavrını nasıl gururla alkışlıyorsak, öğrenim hayatını bitirmiş ancak ”“büyüklerimizin ifadesiyle- hayat mektebine yeni başlamış bireylerin de aynı nezaketi göstermelerini bekleriz. Yine büyüklerin ifadesiyle “Okumuşsun ama adam olamamışsın.” yakıştırmasını kullanmak istemiyorsak, geleceğin nesillerini yetiştirirken bu anlayışı göz ardı etmemeliyiz. Milli ve manevi değerlere saygılı ama aynı zamanda da başarılı bireylerden oluşan bir toplum hayal ediyorsak bunun bir bedeli vardır. Bu bedel, hem eğitim hem de öğretim kavramlarını iç içe yürütmektir. Bu bedel, genel amaçlarda ve temel ilkelerde belirtilen hususları harfiyen yerine getirmektir. Yazara mesaj: [email protected] www.yusufyesilkaya.net Bu yazı; www.yusufyesilkaya.com , www.dinahlak.com , www.haber46.com ve www.kisiseldunyam.com web sitelerinde eş zamanlı olarak yayınlanmaktadır.