Dün iktidar partisinden üst düzey bir siyasetçi dostum aradı…  “Hayırdır, suskunsun”  dedi… “Biz senin suskun haline pek alışkın değiliz…”
Sustum… 
Geçen hafta eşimle birlikte Ahır Dağı’nı aşıp Karagöl’e giderken eşime “Cennet gibi vatanımız var, kıymetini bilmiyoruz…” dedikten sonra da aynen böyle susmuştum.
Bir ben miyim böyle, benden başka da kendini cenderede sıkışmış gibi hisseden başkaları var mı bilmiyorum. 
Gerçi 15 gün kadar önce bulunduğumuz nezih bir ortama nefes nefese gelen şehrimizin en tanınmış  hanımefendilerinden biri de benzer ifadeler kullanmıştı.
“Sussam mı acaba” demişti… “Sussam ve hiçbir şey görmesem…”
Biz bu vatanı karşılıksız sevdik. Sevdamızın karşılığında ödüller, makamlar teklif edildiğinde “Vatan sevmekten daha büyük bir ödül mü olur” dedik, geri çekildik…
1994 yılında İskenderun’un Karahüseyinli Köyü’ne öğretmen olarak tayinim çıkmıştı. İskenderun’a 5 km uzaklıkta, dağın yamacında, arkası dağ önü deniz olan muhteşem bir köy…
Daha görür görmez öyle bir vurulmuştuk ki eşimle birlikte bu köye… Bu köyde emekli olurum artık bile demiştim. 
Cizre’de geçen cehennem gibi 3 yılın ardından Cenab-ı Allah bize cennetini lütfetmişti. Büyük bir sevinçle, heyecanla  Cizre’den taşındık.
Eylül ayında ilişiğimizi kesmek ve vedalaşmak için eşimle birlikte tekrar Cizre’ye gittik. Görüştüğümüz her arkadaşımızla sevincimizi paylaştık. 
Cizre’den ayrılma günümüz geldiğinde son imza için Kaymakam Beyin yanına gittik. Beni büyük bir muhabbetle kucakladı. 
“Cizre ve Cizreliler seni unutmayacak… Biz de unutmayacağız.. “ dedi. “Bu şehirde ektiğin kardeşlik, dostluk, muhabbet tohumlarının yeşerdiğini hepimiz bir gün göreceğiz mutlaka…”
Uzattığım kağıda imzayı atıp geri verirken “Devletin daha sana burada ihtiyacı vardı… Keşke kalsaydın” dedi…
Kaymakamlık binasından çıkıp elimde aldığım “ilişik kesme” belgesiyle caddede yürümeye başladım. Öğrencilerim, velilerim, esnaf dostlarım, arkadaşlarım… Kendime geldiğimde 3 saattir dolaştığımı fark ettim.
Elimde Cizre’yle ilişiğimin kesildiğini gösteren belge vardı ama yüreğim bu ilişik kesmeyi kabul etmiyordu. 
Kaymakam beyin  “Devletin daha sana burada ihtiyacı vardı” sözleri kulağımdan gitmiyordu bir türlü. Doğruca eşimin yanına gittim:
“Burada bir sene daha kalmaya ne dersin” dedim… “Daha yapacak işimiz, eğitecek öğrencilerimiz, kurulacak dostluklarımız var”
Eşim hiç düşünmeden:
“Sen bilirsin…” dedi…  "Devletin sana ihtiyacı varsa eğer gerçekten, kalalım!..."
“Devletin bana burada ihtiyacı var, bu yüzden kaldım” dediğim arkadaşlarımdan “aptal” demeyen bir kişi bile olmadı.
Yaptığım aptallık mıydı başka bir şey mi bilmiyorum ama, yeniden ev tutma, eşyalarımızı yeniden taşıma ve iki sene daha Cizre’de kalma…
İki senenin sonunda müsaade isteyerek Cizre’den ayrılma…
Bunu pek kimse bilmez aslında… Yaptığım övünülecek bir şey değildi bana göre zira. Devlet benim devletimdi ve devletimin bana nerede ihtiyacı olursa ben orada olmaya mecburdum…
Bütün bunları niye yazdım bilmiyorum…
Kendimi fazlaca yorgun, fazlaca bitkin ve bezgin hissettiğimden belki…
Devletime, milletime, bayrağıma olan sevdam yorgunluğuma ilaç gibi gelir mi onu da bilmem…
Demiş ya şair;
“Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok”


Bu arada..
Telefonla arayıp "Ali'm bir aydır ortalarda görünmedin... Bir sıkıntın mı var? Yapacak bir şeyimiz varsa söyle... Seni çok seviyoruz" diyen gazeteci dostum...
Ben bu vatanı gerçekten çok sevdim...
Siz de beni sevin...
Bu size de iyi gelir, bana da...