2010 yılında yazmışım aşağıdaki yazıyı. Tam 8 sene olmuş. Yazdığım dönemde hem haber46'da hem de egitimhane.com sitesinde çok büyük ilgi gördü. Onbinlerce kez okundu ve yüzlerce olumlu yorum aldı.

Peki bu yazıyı neden yeniden gündeme getiriyorum.

Hakkari'nin Yüksekova ilçesinde PKK'lı hainlerin bombalı tuzağı sonucu şehit olan Nurcan Karakaya kardeşimizin bebeğinin adı da Bedirhan... Daha 10 aylıkken alçaklar tarafından kalleşçe şehit edildi Bedirhan bebeğimiz.

Aşağıdaki yazıyı okuduğunuzda göreceksiniz benim Bedirhan'a nasıl büyük bir sevgiyle kucak açtığımı. 

Ya bizim Bedirhan'ımız...

Sizler bizim 10 aylık Bedirhan bebeğimize neden kucak açmadınız...

Bizim, sizin Bedirhan'larınıza gösterdiğimiz sevgiyi, ilgiyi, merhameti siz neden bizim Bedirhan'ımıza göstermediniz? Onun katledilmesine neden izin verdiniz? Bedirhan bebeğin ve annesinin parçalanan bedenlerini görüp de hiç yüreğiniz parçalanmadı mı?

Onu siz katletmediniz değil mi? O bombayı oraya siz koymadınız? O kalleş bombayı patlatan düğmeye siz basmadınız?

Peki o bomba oraya koyulurken hiç mi biriniz görmediniz? Neden ihbar etmediniz? Neden buradan bir masum geçer de hayatına malolur demediniz?

Okuyun aşağıdaki yazıyı da görün, Bedirhan'ın bakışlarından nasıl da etkilenmişim. Nasıl bir sevgiyle bağlanmışım o masum bakışlara ve üstelilk bir de ömrümce unutmamışım.

Peki bizim Bedirhan'ımızın bakışları hiç mi etkilemedi sizi... O bakışları görüp de hiç mi insafa gelmediniz bre...

Of! Of ki of!

Yazmadıklarımın yazdıklarımdan fazla, hem de daha ağır olduğunu bilin...

Bilin de aşağıda 8 sene önce yazdığım yazıyı öyle okuyun..

İşte 2010 yılında yazdığım o yazı... (Not: Bedirhan'a ve diğer öğrencilerime olan sevgim hiç azalmadı. Bu olayı yaşadığım gün neyse bu gün de öyle...Sadece sevgim biraz siteme bulandı... O kadar...)

BEDİRHAN 

Her öğretmenin hayatında bir Bedirhan vardır. Ve Bedirhanlar öğretmenliği öğretir bize. Bir de hayatı... Bir de sevmeyi.. Bir de ağlamayı...

Sene 1991 

Öğretmenliğe Cizre'de başladım. 69 kişilik mevcuduyla 3. sınıfları okutuyorum. Bu, öğretmenliğe kötü bir başlangıç oluyor benim için. Her sırada 4 öğrencinin oturduğu sınıfta şaşkın ördek gibi hissediyorum kendimi. 

Öğretmenlik adına o güne kadar okuduğum bütün bilgileri yeniden gözden geçirmem ve pek çoğunu unutmam gerekiyor. Çünkü yazılanlarla, yaşadıklarım hiç de uyuşmuyor. 

İlk iki aylık dönem çok çetin geçti. Öğretmen hastalığı olarak bilinen faranjit sanki sadece benim hastalığım gibi, bir kere geldikten sonra hiç gitmiyor. Ancak, iki ay içinde öğrencilerimle birbirimize ısınıyoruz. Artık 69 bana çok büyük bir sayıymış gibi gelmiyor. 

İki ay sonra yeni bir öğretmen geliyor okulumuza ve 3. sınıflardan bir şube daha açma imkanı doğuyor. 

Okul müdürümüz bana 17 öğrenci seçmemi istiyor yeni açılacak sınıf için. Seviniyorum. Sınıfa daha erken giriyorum o ders. Sınıfımdan 17 öğrenci ayrılacak ve ben dersleri daha rahat işleyebileceğim artık. 

Ancak, işin hiç de düşündüğüm kadar kolay olmadığını sınıfa girdikten sonra anlıyorum. Tahtanın önünde ayakta durup, öğrencilerimi gözlüyorum. Gönderecek 17 öğrenci seçmeye çalışıyorum gözlerimle. 

Bu güne kadar sevimsiz gibi görünen öğrencilerimin bile ne kadar sevimli olduğunu anlıyorum o gün. Hiç birine kıyamıyorum. Bu gitsin diyemiyorum. Öğrencilerim bir gariplik olduğunu seziyor, çıt çıkarmadan bana bakıyor. Gözlerim doluyor, ağlamamak için kendimi zor tutuyorum. Güç bela dışarı atıyorum kendimi. 

Okul müdürümüz Selim Bey'e gidip sınıfımdan öğrenci vermek istemediğimi söylüyorum. Gülüyor. Elleriyle omzuma dokunup "bu kadar duygusal olma Ali, hem daha iyi bir eğitim için bu şart" la başlayan kısa bir nutuk çekiyor. 

Aklım ikna oluyor ama yüreğim olmuyor. Ben seçemem diyorum. Yine gülüyor fesubhanallah çekerken. Müdür yardımcımız İhsan Bey'e dönerek: 

"Ne yapacağız İhsan" diyor. 

İhsan Bey; 

"Müdür Bey, biliyorsunuz bu sınıfa başka bir sınıfı bölerek öğrenci vermiştik. Sanırım 15 öğrenci var. 2 öğrenci de biz seçeriz. 17 öğrenciyi alırız" diyor. 

Beraberce sınıfa gidiyoruz. Müdür Bey durumu anlatıyor. Çocukların konuşmasına fırsat vermeden 17 öğrencinin ismini okuyor ve tahtaya çıkmalarını istiyor. 

Ancak tahtaya 17 değil 14 öğrenci çıkıyor. 3 öğrenci yerlerinde hiçbir tepki göstermeden bekliyorlar. Sibel, Abdulkerim ve Bedirhan isimli öğrenciler yerlerinden kalkmıyorlar. 

Müdür bey listeyi tekrar okuyor. Tahtaya çıkmayanların kimler olduğunu soruyor. Bu üç öğrenci ayağa kalkıyor. Müdür bey, tahtaya çıkmalarını söylüyor ama, üçü de tepkisiz öylece bakıyor. 

Müdür beyin tahtaya çıkmaları için yaptığı ısrardan daha kuvvetli bir ısrarla üç öğrencimde ayakta öylece bekliyor. 

Öğrencilere bakıyorum. Abdulkerim babası öldürülmüş bir yetim. Çok çalışkan bir öğrenci. Derler ya zehir gibi bir zekaya sahip. 

Bedirhan, "iki elman vardı, birini yedin kaç elman kaldı?" Sorusuna "beeeeş" diye cevap veren dünya tatlısı biri. Sibel orta şekerli. 

Müdür Bey'e 3 öğrenci fazlalığa razı olduğumu söylüyorum. Kulağıma eğiliyor, "bari Bedirhan'ı alsaydık" diyor. 

Bedirhan'a bakıyorum. Gözlerini gözlerime dikmiş öylece duruyor. Gönderilmeyi aklının ucundan bile geçirmediği belli. Yutkunuyorum, konuşamıyorum. 

Müdür Bey; "gel bakalım Bedirhan" diyor. Bedirhan, Müdür Beye değil bana bakıyor. 

Bedirhan, "iki elman vardı, birini yedin kaç elman kaldı?"sorusuna "beeeeş" diye cevap veriyor ama olsun. ,O sınıfın en çalışkan öğrencisi kadar güveniyor kendine. Gözlerime bakarken "öğretmenim beni göndermez" der gibi! O kadar ki dudağının sol kenarından müstehzi bir gülüş attığını da sadece ben fark ediyorum. 

"Bedirhan kalsın" diyorum Müdür Bey'e,  "O, benim elim, ayağım. Bedirhan olmazsa bana kim yardımcı olacak sınıfta"

"Sen bilirsin" diyor ve 14 öğrenciyi alıp çıkıyor Müdür Bey. Herkes giden öğrencilerin boşalttığı sıralara yerleşmeye başlıyor. Bedirhan usulca yanıma yaklaşıyor. Gözlerime bakıp: 

"Teşekkür ederim" diyor sadece... Son on dakikada güçlü görünmek için olağanüstü bir gayret gösteren Bedirhan şimdi en zayıf yanını gösteriyor herkese. Hüngür hüngür ağlıyor. 

Bedirhan'ı kucaklıyorm. "Deli" diyorum... "Bırakır mıyım ben seni hiç?" 

...

Aslında bu yazıyı yazmama neden olan olayın Bedirhan'la bir ilgisi yok. Geçtiğimiz günlerde akşam üstü okuldan eve giderken telefonum çaldı. Arayan sınıfımdan ayrılmayı kabul etmeyen üç öğrenciden biri olan Abdulkerim'di... 

Şırnak'tan arıyordu... Doktor olmuştu...  O yoksul, gariban, yetim çocuğun doktor olmasına kendi çocuğummuş gibi sevindim. Aklıma o anda Bedirhan geldi. 

Abdulkerim beni gururlandırmıştı. Ama siz Bedirhan'ı merak ediyorsunuzdur mutlaka. Üç sene ne yaptım Bedirhan'la... Bedirhan 5. sınıfı bitirirken "iki elman vardı, birini yedin kaç elman kaldı?" sorusuna artık "beeeeeş" diye cevap vermiyordu. "Bir elma kalır öğretmenim" diyordu. Bedirhan daha fazla okuyamadı, ama "adam" oldu. Bundan emin olun... 

Düşündüm de... Ben Bedirhan'la hala gurur duyuyorum.