Karanlıkların koyulaştığı, bir ilkbahar akşamı, hasretin yüreğime dokundu Efendim. Anam babam sana feda olsun diyen kutlu sahaben gibi demek, Seni anmak, hasretinle yüreğimi yakmak istedim. Seni evime davet etmeyi diledim. Hayalen de olsa ab-ı hayat fışkırtan parmaklarına dokunmak, güneşlere taç giydiren o çehrene hayranlıkla bakmaktı dileğim. Mahcup oldum, nur yüzüne bakamadım Efendim.

Sen gelmezden önce Efendim; güller dikenler arasına gizlenirdi. Arz ürperten ziftle boyanmıştı. Sema bomboş ve karanlıklara gebeydi. Mana madde tekelinde, gönül cesede saklıydı. Doğru yanlış, iç içeydi. Adaletsizlik diz boyu; zayıf, güçsüz ayaklar altındaydı. Kalp rağbetsiz, akıl itibarsızdı. Haramilik yiğitlik sayılıyor, yağmacılık talan hünerdi. Kuvvetli olan hayata hâkimdi. Düşünceler sefildi, duygular ürkek ve yürekler merhametsizdi.
Sen doğunca Efendim, varlık manaya erdi. Doğru yanlış bir birinden ayrıldı, Medeniyet varlığınla yükseldi. Kuru çöller senin ile yeşillendi, şenlendi. Tüm âleme hayat verdi doğumun, her mekâna nur doldurdun, can oldun.
Sen gelince Efendim, göklerin gözü yaşlarla doldu. Gönüllere rahmet damlaları döküldü ve âlem Cennet yamaçlarının rengine büründü. Dünyanın pasları silindi, küfleri dökülüp temizlendi. Güneşin önünden karanlığın bulutları dağıldı. Her doğan gün yenisine temaşayı müjdeledi. Gözlerden perdeler kaldırıldı. Ruh kabuğundan sıyrıldı, kalp zincirini kırdı. Aklın nabzı kalbin ritmine uydu. Gelişinle Efendim, zulmün sesi kesildi. Mazlumun ahı dindi. Adalet filizlendi dirildi. Mananın şifreleri belirdi. Tüm müşküller bir çırpıda halledildi.
Ey ışığınla karanlık yolarımızı aydınlatan Nur, ey bekleyenlerin şafağında burcu burcu rayihaları boşaltan Gül. Senin gönül evlerimizden ayrılışın bizlere matemler yaşatıyor. Günümüzde dirilten nefesine ne kadar çok ihtiyacımız var. Zira ümitle beklediğimiz günleri hicran gecelerine çevirmek isteyenler var. Aklı nefsin kölesi edip ruhları zindanlara kapatmak isteyenler var. Pusularda bekleyen gulyabaniler etrafımızda naralar atmaya başladı. Adını sinelerimizden silmek ve namı celilini yeni nesillere unutturmak isteyenler var. Sırtımız kamburlaştı. Gitmemiz gereken yerlere gidemedik. Durmamız gereken yerde duramadık. Ahde vefalı olamadık. Mana köklerimizden koptuk, hayatı ve maddeyi doğru okuyamadık.
Senin diyarında Efendim, şerrin kasırgaları yapılanları talan ediyor. Düşünceler durgun, anlayışlar dar ve yenilenme duyguları meflûç. Doğduğun kutlu diyar, kısırlaştı. Mübarek belden vefasızlığımızdan suskun. Yaşadığın yıllarda âlemlere hayat veren şehirler Endülüs ruhunu katledenlere teslim. Mübarek ayaklarınla bastığın toprakları anarken kaderimize hicran düşüyor.
Sevenlerin yolların hakkını veremeseler de dünyalarını küçük bir valize sığdırarak deniz aşırı ülkelere, okyanuslar ötesi diyarlara gönül köprüleri kurdular. Namı celili Muhammedi’yi güneşin üzerine doğup battığı her ülkeye götürebilmek için yollara revan oldular. Anne, baba, kardeş, vatan hasretini, sevdalarını yüreklerine gömdüler. Asıl sevdayı seni tanımayan gönüllere sunmada buldular. Taşınanlar nur, düşünceler nur olsun ve her yanda namın duyulsun istiyoruz Efendim.
Ey sevgili; bir kere daha gel misafirimiz ol. Evlerimize tahtını kur. Yüreklerimize ruhunun ilhamlarını duyur. Sinelerimizi; sevgiyle, merhametle, şefkate, muhabbetle ve hoşgörüyle coştur. Gönüllerimizi aklın muhakemesiyle ve enginliğiyle buluştur. Gel Efendim, bizi yalnızlık ateşine atarak ruhlarımızı yakma.
Doğum günün Efendim, bayram gibi kutlanıyor ülkemde. Ümmetinden gönlü yanık, sana âşık olanlar vermek isterler hediye. Kimileri hatimlerle, salavatlar gönderirler sana ulaşsın diye. Bu fakirde; kırık dökük cümlelerle mektup yazdı layık olmak için sevgine. Yüreğimi açamadım, hislerimi sunamadım, beni sana diyemedim Efendim (sallallâhu aleyhi vesselam).